Türkiye'den Gucci çıkar mı?

Rönesans’ın baş şehri olan Floransa, geniş sokaklarla birbirine bağlanan meydanlarla doludur. O meydanların birinde, Via Ricasoli’nin bittiği yerde Michelangelo’nun David’i yer alır. Ancak sizi karşılayan bu heykel, şaheserin turistik bir kopyasıdır. Orijinali Duomo’nun içinde durur. Yüzünüzü David’e dönüp, sol tarafınıza doğru birkaç dakika yürüdüğünüzde ise bir diğer şaheser ile karşılaşırsınız: Gucci Museo. Yüzlerce yıllık tuğla bir binada yer alan bu müze, dünyanın en büyük lüks grubu olan PPR’ın amiral gemisini, yıllık 5 milyar Euro’nun üzerinde satışı olan Gucci’yi anlatır. Mamma Mia Türk tekstilcilerinin, özellikle çanta ve ayakkabı baronlarının, sürekli Çizme’ye giderek fuar fuar gezdikleri; hazır ordayken bol bol alışveriş yapıp midelerini İtalyan şarabı ve makarnasıyla doldurdukları malum... Ancak bunların kaçı Gucci Müzesi’ni gezdi, orada anlatılan hikâyeye tanıklık etti emin değilim. Piyasadaki buram buram taklit kokan koleksiyonlara ve berbat reklam kampanyalarına bakarsanız bu sayının sıfıra yakın olduğu ortada. Onlarca yıllık Gucci hikâyesine yer veren Gucci Museo aslında bir metafor. Lüks markaların önce zanaat ve yaratıcılık, sonra da öykü üzerine kurulu olduğunu anlatan bir zaman tüneli. Sevgili Türk markalarının bu hikâyeden çıkaracakları pek çok ders var. Gucci’nin doğuşu...   The House of Gucci, 1921 yılında Floransa’da Guccio Gucci tarafından kuruldu. Guccio, kendini mükemmelliğe adamış bir deri ustası ve iş adamıydı. İşin aslı Guccio hayata oldukça geride başladı. Genç yaşta önce Paris’e sonra Londra’ya gitti. Yanlış anlamayın, bunlar turistik geziler değil, aksine iş bulma amacıyla yapılmış mecburi kaçışlardı. Genç adam lüks otellerde komi olarak çalıştı. Ancak o sıradan biri değildi. Taşıdığı lüks bavullara farklı bir gözle bakar, beğendiği derilere hayranlıkla dokunurdu. Guccio, 1920 yılında Floransa’ya, aklında tek bir düşünceyle döndü: Ben daha iyisini yapabilirim! Bu yıl aynı zamanda mütevazı mağazasını kurduğu tarih oldu. Her lüks markanın özünde diğerlerinden farklı bir zanaat bulunur. Gucci de, bavul yapımında kendine özgü yöntemler keşfetti. Şehrin en iyi deri ustalarını kendi adına çalışmaları için ikna etti. Oğulları Aldo, Vasco ve Rodolfo’yu da yanına olan Gucci’nin yeteneği kısa sürede keşfedildi. Markası kısa sürede Milano ve Roma’ya açıldı. Lüks semboller Louis Vuitton’un monogramı, Rolex’in tacı, Cartier’in panteri... Lüks markaları yaratan temel faktörlerden biri de sembolizme verdikleri değerdir. Tıpkı Gucci’nin çift “G” kullanımı gibi... Guccio daha yolun başındayken, bugün dünyanın dört bir yanında gördüğünüz bu deseni aile amblemi olarak tasarladı. Bunu o dönem için farklı bir kullanım olan bej kanvasla birleştirdi. Yanına meşhur kırmızı-yeşil şeritleri ekledi. Buluş hızla fark yarattı ve zamanla bir ikona dönüştü. 50’li yıllara gelindiğinde Aldo ve Rodolfo babalarının mirasını devralarak markalarını Amerika’ya taşıdı. Floransa zarafeti film yıldızları ve Amerikan jet-seti ile buluştu. Böylece Gucci’nin lüks imgesi uluslararası arenada tescillendi. Oyunun kuralları Lüks endüstrisi içerisinde gerçekleştirdiğimiz projelerde sık sık karşılaştığım bir soru var: Nasıl lüks bir marka yaratabiliriz? Bu soruya verdiğim yanıt hep aynı: Yaratamazsınız. Çünkü lüks yaratılan bir algı değil, atfedilen bir özelliktir. Siz sadece doğru denklemi kurup, bunu eksiksiz şekilde yönetirsiniz. Bu denklem kuşbakışı olarak şöyle işler: Farklı bir iş alanı keşfet, o alanda herkesten ayrılan bir zanaat sergile, yeteneğini imgeleştir, hep yeni olanı geliştir, değerlerini kültüre dönüştür, kültürü kullanıcılarının yaşam stili ile birleştir. Hikâyenin devamı… Gucci altın çağını, bu denklemin kusursuzca yönetildiği 60 ve 70’li yıllarda yaşadı. 80’lerde ise durum değişti; marka felaketin eşiğine geldi. Gucci’nin küresel imajını yaratan lider Rodolfo, 1983 yılında öldü. Yerine oğlu Maurizio geçti. Maurizio Gucci önce amcası Aldo’yu yönetimden uzaklaştırdı, ardından şirketi 10 yıl boyunca berbat yönetti. Marka ekonomik darboğaza düşünce 1988 yılında Bahreyn merkezli bir fon olan Investcorp’a satıldı. Maurizio, 1995 yılında Milano’da öldürüldü.  Trajik cinayet, karısı Patrizia Reggiani’nin tuttuğu kiralık katiller tarafından işlendi. Böylece bir devir kapandı. Herkes Gucci bir daha toparlanamaz diye düşünürken, marka ona Rönesans’ını yaşatacak iki lideri başa geçirdi: Şirketin Amerikan kültürü ile eğitilmiş yeni CEO’su Domenico De Sole ve baş tasarımcı Tom Ford. Bu ikili Gucci’nin temel değerlerini yeniden canlandırarak, birlikte çalıştıkları 10 yıla damgasını vurdu. Marka onların yönetiminde deri liderliğini yeniden kazandı. Ford’un yarattığı hazır giyim koleksiyonları provokatif reklam kampanyaları ile küresel satış rekorları kırdı. Gucci marka değerini artırarak yeni yatırımcılarla buluştu; grup olarak Yves Saint Laurent, Bottega Veneta, Boucheron, Sergio Rossi markalarını satın aldı. Stella McCartney, Alexander McQueen and Balenciaga ile ortak oldu. Ya biz? Yakın zaman önce halka açık, oldukça büyük bir Türk çanta markasının sahibi bana şu soruyu sormuştu: Prada ya da Gucci olmak için ne yapmam gerekiyor? Gucci Museo’nun katlarını aklımda o soruyla gezerken, kendisine şöyle seslendim: İşe bu müzeyi gezerek başlayabilirsin... Müzeyi gezmekle kalmayıp, kültür inşa etme ve yönetmeye dair kendine dersler çıkarırsan, aslolanın havalı “showroom”lar ya da über pahalı ofisler hazırlamak değil; daimi, istikrarlı ve yaratıcı bir marka kimliği inşa etmek olduğunu fark edebilirsin. Ya da... Şu an olduğu gibi David’in replikası olmaya devam edersin.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER