Türk Marka Hukuku

Osmanlıcada “alametifarika” bir isim tamlamasıdır. Alamet; iz, belirti, işaret, anlamlarına gelmektedir. Farika ise; bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, ayırmaç anlamındadır. Ticaret Hukuku’nda; “ticari bir malı diğer benzerlerinden ayırmaya yarayan işaret, özellik anlamına gelir.” Bugün Türk hukukunda ve gündelik yaşamda kullanıldığı biçimiyle “marka” kavramı ise, İngilizce “brand” kelimesinin birebir çevirisidir. Brand İngilizcede “yakmak, dağlamak (hayvan)” anlamında da kullanılmaktadır. Bu anlamından yola çıkılarak; çiftçilerin, sürülerindeki hayvanları diğer çiftlik sahiplerinin hayvanları ile karışmalarını önlemek amacıyla dağladıkları, kendi” markaları” ile işaretledikleri düşünülebilir. Ortaçağ Avrupasında şehirlerin, şehirlerdeki belirli bölgelerin ve hatta ailelerin kendilerini ayırt edecek belirli bir amblemi veya sembolü bulunmaktadır. Tarihin eski dönemlerinde de zanaatkârlar ve sanatçıların ürettikleri eserler üzerinde birtakım işaret ve semboller işlediği bilinir. Ancak marka fikri asıl olarak ticari hayatın yarattığı ihtiyaçlar sonucunda ortaya çıkmıştır. Tarihin eski dönemlerinden bugüne ulaşan halı, vazo, tabak ve çömlek gibi eserler üzerinde yaratıcısının ismini veya sembolünü içeren işaretlere rastlanmaktadır. Özellikle Avrupa’da loncaların markaların oluşmasında önemli rolü olmuştur. Fransa, İtalya ve Almanya’da bulunan loncalara mensup tacirler sattıkları ürünlerin diğerlerinden ayırt edilebilmesini sağlamak amacıyla ilk olarak kumaş ve altın gibi değerli madenleri markalamıştır. Bu sayede malın hangi loncaya ait olduğunu gösterme ve alıcıda güven oluşturulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise loncaların tarihsel kökleri derin olmasına rağmen bu loncalar; esnaf ve zanaatkarların kendi aralarındaki mesleki kuralları düzenlemekle yetinmiş, marka kullanılması konusunda bir etkide bulunmamıştır. Ancak yine de bakır, pirinç işlemeciliği gibi bazı sınırlı alanlarda, yapım tarihleri, ustalarının isim veya ayırıcı işaretlerinin eserlerin üzerine işlenmiş olduğu bilinmektedir. Markalara ilişkin modern hukuki düzenlemeler ilk olarak 19. yüzyılda başlamıştır. 1857’de Fransa, 1862’de İngiltere, 1870’te ABD, 1890’da İsviçre, 1894’te Almanya marka yasalarını kabul etmiştir. Avrupa’da bu düzenlemeler 20. yüzyıl sonlarına kadar uygulanmaya devam etmiştir. Markalara ilişkin ilk uluslararası metin 1883 Paris Anlaşması’dır ve bu anlaşma, en son 1979’da olmak üzere birçok değişikliğe uğramıştır. Bu tarihten sonra da 1891 tarihli Markaların Uluslararası Tesciline İlişkin Madrid Anlaşması ve 1989 tarihli Madrid Protokolü, 1994 tarihli Marka Kanunu Anlaşması (TLT), 1957 tarihli Markaların Uluslararası Sınıflandırılmasına İlişkin Nis Anlaşması, 1973 tarihli Viyana Anlaşması, 1958 Tarihli Viyana Anlaşması ve 1958 tarihli Coğrafi İşaretlere İlişkin Lizbon Anlaşması gibi çok taraflı anlaşmalar imzalanmıştır. Türkiye bu anlaşmaların bazılarının imzacı tarafı durumundadır. Avrupa Birliği 1989 tarihli Yönerge ve bunu takiben 1993 tarihli Tüzük aracılığıyla Topluluk Markası düzenlemesini uygulamaya sokmuştur. Marka Tüzüğü ile kurulan İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi olarak bilinen Office for Harmonization in the Internal Market-Trade Marks and Designs (OHIM), 1 Nisan 1996 tarihinden itibaren Topluluk Markası başvurularını kabule başlamıştır. Yine AB’de coğrafi işaretlerle ilgili bir Tüzük kabul edilmiştir. Bu tüzük konuyla ilgili mevzuatımızın (555 sayılı KHK) kaynağını teşkil etmektedir. Markalar bakımından hukukumuzdaki ilk düzenleme 1872 tarihli Nizamname’dir. Bu Nizamname’nin yerini 1888 tarihli Alamet-i Farika Nizamnamesi almıştır. Her iki düzenlemenin kaynağı 1857 tarihli Fransız Markalar Kanunu’dur. Alamet-i Farika Nizamnamesi 511 sayılı ve 1965 tarihli Markalar Kanunu’na kadar yürürlükte kalmıştır. Türk mevzuatı açısından dönüm noktası ise asıl olarak 6 Mart 1995 tarihli ve 1/95 sayılı Ortaklar Konseyi Kararı ile AB sürecinin hızlanması olmuştur. AB mevzuatına uyum süreci kapsamında dört ayrı kararname ile fikri ve sınai mülkiyet hukukuna ilişkin düzenleme yapılmıştır. 1995 tarihinde Markalar Kanunu’nun yerini, 556 sayılı Markalar Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (MarkKHK) almıştır. Ayrıca bu KHK’nin bir uygulama yönetmeliği de yürürlüktedir. Yukarıda sayılan Paris Anlaşması, TRIPS, Nis Anlaşması, Viyana Sözleşmesi ve Madrid Anlaşması Türk Hukukunun uluslararası kaynaklarıdır. Yukarıda kısaca özetlenen tarihsel süreç içerisinde marka hakkının elde edilmesi konusunda dünyada iki sistemin ağırlık kazandığı görülmektedir. Birincisi Anglo-Amerikan hukuk mevzuatında şekillenen marka hakkının “kullanımla” kazanılması, ikincisi ise Almanya ve bazı kuzey ülkelerinde benimsenen “tescil” sistemidir. Tescil sistemi Anglo-Amerikan hukuk mevzuatında yer almasına rağmen buradaki tescil işlemi “bildirici” fonksiyona sahiptir. Türkiye’de ise MarkKHK ile “tescil” sistemi benimsenmiştir. Bu kapsamda Türk Hukuku’nda marka hakkının iktisap edilmesi yani kazanılması ancak Türk Patent Enstitüsü’nde (TPE) tutulan sicile kayıt ile mümkündür. Marka hakkının MarkKHK’nın kapsamında korunması ancak tescil ile sağlanabilecektir (MarkKHK md.6).  Markanın sahibine sağladığı haklar tescil ile ortaya çıkar ve tescilin yayın tarihinden itibaren hüküm ifade eder. Tescil marka hakkı sahibine markanın başkası tarafından kullanılmasını yasaklamanın yanında bazı mutlak hak ve yetkiler tanır. Marka sahibinin bu hakkı malvarlığı ve kişisel menfaatler ile ilgilidir.  Marka sahibi markasını bizzat kullanarak veya başkasının kullanmasına izin vererek ekonomik fayda sağlayabilir. Ayrıca markanın sahip olduğu ün ve itibarla bağlantılı olarak hak sahibine kişisel bir menfaat de kazandırır. Marka hakkı tescille aslen, miras yoluyla veya hukuki işlemle devren kazanılır. İstisnaların bir kısmı bu yazının kapsamını aşmakla birlikte önemli  bir tanesi tanınmış markalardır. Markanın ilgili tacirler ya da o malın alıcıları değil, bu mal ile ilgili olmayanlar tarafından da bilinmesi halinde tanınmış markadan bahsedilebilir. Tanınmış bir marka sahibinin izni olmadan, aynı mal veya hizmet  için başkasının adına aynı işaret tescil edilemez. Örneğin bir kişinin otomobil markası olarak FORD markası- nın tescili talebinde bulunması halinde, Ford markası Türkiye’de tescil edilmemiş olsa dahi, bu talep reddedilecektir. Eğer tanınmış bir markanın farklı bir mal veya hizmet  alanında tescili tanınmış markanın itibarını zedeleyecekse veya tescil talebinde bulunana haksız bir menfaat sağlayacaksa bu tescil talebi reddedilir. Aksi halde tanınmış marka sahibi hükümsüzlük davası açabilir. Tanınmış bir çikolata markası olan “Mars” sözcüğünün prezervatif paketleri üzerine konulması, Alman Mahkemesi tarafından tanınmış markanın reklam değerini olumsuz yönde etkileyebilecek bir kullanım olarak kabul edilmiştir. Tanınmış markanın tescil olmaksızın korunması bu hallerle sınırlıdır. Yargıtay konuya ilişkin bazı kararlarında  tescil edilmemiş markanın Paris Sözleşmesi’nin 1. mükerrer 6. maddesi kapsamında korunmasına karar vermiştir. Sözleşmenin bu maddesi kapsamındaki tanınmış markanın bu özelliğinden haberdar olan kişinin, aynı veya benzer markayı tescil ettirmesi kötü niyetli davranışı olarak kabul edilmektedir. MarkKHK, tescilde önceliği esas almıştır. Bunun anlamı; marka olarak daha önce tescili yapılmış veya tescil için başvurusu yapılmış bir işaret, daha sonra aynı mal ve hizmetler için başkası tarafından marka olarak tescil edilemez. Tescili önce yapan, markanın sahibi olur. Yukarıda da açıkladığımız gibi tescil edilen marka aynı mal ve hizmetler için bir tekel ve sonra yapılacak tescil taleplerini men ettirme hakkını haiz olur. Öncelik ilkesi iki durumda daha kendini gösterir. Öncelik ilkesi; tescil edilen işaretin aynısı olamamakla birlikte “ayırt edilemeyecek kadar” aynı olan işaretler ve markanın konusunu oluşturan mal ve hizmetler dışında bu mal ve hizmetlerle “aynı türde” mal ve hizmetler için de aynı yetkileri marka sahibine tanır. Bu hallerde marka sahibi TPE’nin tescil kararına itiraz ve itirazın reddi halinde dava yoluna başvurulabilir.  Örneğin, “ÇAYKUR” markası ile aynı mal gurubunda “ÇAYNUR” markası ile tescil talebinde bulunulması halinde talebin reddedilmesi veya iptal davası konusu olması ihtimali yüksektir. Bu sayıda konuya ilişkin yaptığımız girişten sonra, marka hukuku ile ilgili konuları ileriki sayılarda somut olaylar ve örnekler üzerinden  anlatmaya devam edeceğiz.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER