SOMA ve 360 DERECE SORUMSUZLUK

Halkla İlişkiler mesleği, ancak küresel ilkelere ve insan haklarına saygılı olunması şartıyla itibarı veya performansı kötü olan şirketlere yardımcı olabilir.   Soma’da yaşanan facia ve ulusal yas, hayatın akışını değiştirse de, ateşin düştüğü yeri yaktığı gerçeğiyle hepimizi bir kez daha yüzleştirdi. Facianın ardından maden şirketi, madencilik, ocakların durumu, işçilerin çalışma koşulları, taşeron sistemi, yapılan veya yapılmayan denetimler, acılı aileler, yapılan yardımlar, bakanlar, medya her yönüyle tartışılmaya başlandı. Ve nihayet PR uzmanları ve yöntemleri de! Ekonomik itibar kuramına göre, iş yerinde bir işçi de, 301 işçi de ölse, orada mutlaka bir sorun veya yanlışlık vardır. Soma olayında her ne kadar ölü sayısının yüksekliği hepimizi çok etkilemiş olsa da, iş ahlâkı açısından asıl sorun rakamın büyüklüğü değil, facianın önlenememiş olmasıdır. Bu tip iş kazalarını önleyebilmek, geleceği doğru öngörebilmek, bir işletmeyi sonsuza dek yaşatabilmek ve başarıya ulaştırmak için işletmelerde “yönetim” adı altında bir fonksiyon bulunur ve bu fonksiyonun doğru ve dürüst çalışması gerekir. Modern işletme felsefesinde, öngörülebilir olduğu halde öngörülemeyen her şey tam olarak sorumsuzluktur. Ancak sorumsuz veya ahlâksız biri, alınabilecek bir tedbiri almayı akıl edemez veya tedbir almamakla doğacak bir kazanca tevessül edebilir. Rengi, dünya görüşü, milleti, kökeni fark etmeksizin, sermayeler istihdamla (emekle) büyür ve kalıcı olabilir. Sermayenin, emekçinin haklarını tam olarak vermek ve onu her şekilde hayata tutundurmak ve yüceltmek dışında bir önceliğinin olması insan haklarına aykırıdır ve ahlâksızlıktır. Sermaye, yönetim, istihdam ve üretim fonksiyonları bir işletmeyi var eden ana unsurlar olduğuna göre, bunların birinde bile bir eksiklik, zayıflık, değer kaybı, plansızlık veya özensizlik düşünülemez. Ancak maalesef, ülkemizde işletmelerin ancak belli bir kısmı, modern yönetim felsefesine ve evrensel ilkelere uygun biçimde yönetiliyor. Büyük bir kesimin bu ilkeler ve prensiplerin neler olduğuna ilişkin bir bilgisi veya bir merakı bile yok! Şirketlerimiz, yerel mevzuata uygunluğu yeterli görüyor veya rüşvetle mi, rüşvetsiz mi alındığı belli olmayan bir denetim raporunu tek başına yeterlilik belgesi gibi sunabiliyor. Gazetede, medyada hakkında yer alan ve tamamen kendi beyanına dayandırılmış bir haber çalışmasını, itibar belgesi diye sunabiliyor. İtibarın böyle oluşamayacağını, Soma faciası sonrası Vahap Munyar’ın köşe yazısında bir kez daha açıkça gördük. Daha önce şirketin beyanını köşesine taşıyan usta gazeteci Vahap Munyar, bu kez “verdiğiniz bilgi yalan mıydı” diye sordu ve yanıt alamadı. İletişim yoluyla algı yönetmenin gerçek anlamda itibar kazandırmayacağını veya bu yolla gelecek bir algısal itibarın gerçek olmadığını gördük. Diğer yandan; bu gibi olaylar ve konular karşısında uzun yıllardır sürekli olarak ilkelere ve prensiplere atıfta bulunmayı bir kültür haline getirmiş olan TÜSİAD, kazada sorumlu olan şirkete karşı ortaya koyduğu tepkiyle saygı topladı. TÜSİAD’a tepkili ve taraflı olanlar bile “TÜSİAD patron kulübü değilmiş” diyerek kuruluşu takdir etti. Soma faciasının ardından çok şey konuşuldu ama özellikle itibar yönetimi açısından neler olduğunu ve olayın bu açıdan değerlendirmesini geniş bir biçimde ele almak iyi olabilir. Bu düşünceyle, size Soma faciasının ardından olanlara ilişkin şu önerileri derledim.   Krizden sonra ne zaman basına konuşulur? Basına konuşmak zorunda değilsiniz ama bilgi vermek zorundasınız. Basının bilgi alma hakkının, merakından değil anayasanın basın özgürlüğünü düzenleyen 28. maddesinden geldiğini unutmayın! Basın bu hakkını gazete yapmak için değil, kamuoyunu aydınlatmak için kullanır. Bu nedenle özgür haber alan ve yayan bir basın, demokrasinin ve bir hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Şirketler de basınla ilişkilerini buna göre düzenlemelidir. Kazadan 3 gün sonra basının karşısına çıkılabilir. Duruma göre bir hafta sonra da çıkılabilir. Burada belirleyici olan süre değil nedenlerinizdir. Basın ve kamuoyu, açık bir biçimde sizin olayla ilgili aldığınız sorumluluğu görüyor ve izleyebiliyorsa, süreyle ilgili sorun olmaz. Türkiye tarihine geçecek bir kaza oluyor ama olayın sorumlularına kimse ulaşamıyor. Bu kabul edilemez. Bir olayın ardından ilk 24 saat kriz yönetimi açısından çok önemlidir. Bu sürede bir yandan bilgi akışı başlatılır, diğer yandan krize neden olan olayın tamamen son bulabilmesine çalışılır. En fazla 48 saat içerisinde her şey kontrol altına alınmış olmalıdır. Bu süreç içerisinde itibar yönetimi yapmaya odaklanılmaz, herkese durumla ilgili düzenli bilgilendirme yapılır. Kamuoyuna siz bilgi vermezseniz, daha sonra düzeltmenize imkan olmayacak bin farklı söylenti ve bilgi ortaya dökülebilir. Herkese bilgi verip, karşılığında yardım ve sabır isteyebilirsiniz. Ancak tersini bekleyemezsiniz. Kriz süresince, düzenli ve net bilgi akışı sağlanmalı, ilk fırsatta da basının karşısına çıkarak detaylı, açıklayıcı, bilgilendirici, soru işaretlerini giderici bir analiz ve rapor sunulmalıdır. Kriziniz varken üste çıkmaya çalışmayın Soma Holding yönetimi; olaydan sonra ortada görünmediği halde, 3 gün sonra, kendileri gibi üç gündür uyku uyumamış bir basın mensubu ordusuna ve kamuoyuna karşı “biz 3 gündür uyumadık” diyerek anlayış bekledi. Aslında doğrusu, holdingin basına “bu acı yüzünden sizlere günlerdir uyku uyutmadık, özür dileriz” denmesiydi. Özür dilemek de bir yana, “olayın nedenlerini bilmiyoruz ama bizim en küçük bir kusurumuz yoktur” demeye kalkmak için en hafif tabirle tecrübesiz veya empati yoksunu olmak gerekir. İletişim yönetirken cevaplamanız gereken konuları netleştirmek her şeyden daha önemli ve önceliklidir. Sizden cevap beklenen konular kamuoyunu ve olayı aydınlatmayı amaçlar. Sizin yorgunluğunuz, sıkıntılarınız veya fedakarlıklarınız size özel bir durumdur. Geneli yakından ilgilendiren her konu, sizin özel durumunuzdan önce gelir.   Hafıza kaybı olursa basına ne anlatalım? Bir kriz sırasında uykusuz kalabilir, ani sağlık kaybı veya ağır bir travma yaşayabilirsiniz. Hafızanız biraz veya tamamen silinebilir. Böyle bir durumda asla yapmamanız gereken şey basını davet edip “çok yoruldum ve biraz da hafızamı kaybettim, bu nedenle adamlarım bilgi verecek” demektir. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, unvanı ne olursa olsun, maaşlı çalışan insanlar ile patronlar arasında işle ilgili bir konuda son sözü her zaman patron söyler. Örneğin madene bir “yaşam odası” yapılacaksa, genel müdür bir yerini yırtsa bile, patron bu yatırımın gereksiz olacağına inanıyorsa, onu ikna edemez. Tam da facianın ardından patron bir sağlık sorunu yaşıyorsa, basına konuşmak yerine yazılı açıklama yapmayı tercih etmek daha doğru olurdu. Şirket kamuoyundan baskı geldiği için böyle bir basın toplantısı yapmak zorunda kaldıysa bu da en hafif tabirle tecrübesizliktir.   Basına “bilmiyoruz” denilir mi? Gelen sorulara “bilmiyoruz” ve “bizim hiç kusurumuz yok” cevabının arka arkaya asla verilemeyeceğini bilmek için bu konuda uzman olmaya gerek yok. Bir kriz sırasında her şey çok açık ve net olmayabilir. Bazı şeyleri bilemezsiniz. Ancak bilmiyoruz demenin bir yeri ve yöntemi vardır. Basından gelebilecek en kritik 5-6 sorunun cevabı “bilmiyoruz” ise basına mutlaka çözümü nasıl ve nerede aradığınızı açıkça anlatmanız gerekir. Soma faciasının ardından yapılan basın toplantısında belirgin bir akış ve sistematik yoktu. Patron “hatırlamıyorum” dedi, genel müdür “bilmiyoruz” dedi ve iş kontrolden çıktı. Burada başka bir soruyu sormadan geçmemek gerekir: Acaba bu basın toplantısını şirket isteyerek mi yaptı? Soma Holding’in basın toplantısından üç gün önce görüştüğüm AK Partili bir iş adamı çok ilginç bir şey söyledi. Kendisine AK Parti döneminde büyüyen şirketlerin kurumsal iletişim ve itibar yatırımlarının zayıf olduğundan dert yanıyordum ki, şöyle dedi: “Yandaş şirketler kendi iradesiyle değil, emir kipiyle çalışır. Yap denilirse yapar, denilmezse yapamaz.” Bu sözden yola çıkarak Soma Holding’in basın toplantısındaki durumunu tekrar dikkate aldığımda, toplantının emirle yaptırılmış olabileceğini ihtimal dahilinde görüyorum. Bu aynı zamanda sözün doğruluğunu, şirket yönetimindekilerin hazırlıksız ifadelerini ve PR ajansı yöneticisinin gösterdiği yersiz agresyonu da anlamamızı sağlayabilir. Belki şirket asla bir basın toplantısı yapmayacaktı. Çünkü yapamayacaktı. Her şey hukuka uygun ilerlese, zaten üç yüzden fazla insanın ölümünde kusuru olabileceği şüphesiyle bu insanların basının değil, savcının önüne çıkıp ifade vermesi gerekirdi. Gizli bir el, sanki onlara hukuk önünde değil de, kamuoyu önünde “biz suçlu değiliz” deme şansı tanımıştı.   PR uzmanı ne işe yarar? Soma Holding basın toplantısını izlerken üzüldüm. Eminim ki, PR şirketi toplantı öncesi şirket yönetimiyle görüşmüştür. Onların durumunu bildiği halde (patron konuşamıyorsa) bir basın toplantısı yerine yazılı açıklama ısrarını göstermeliydi. Böyle büyük bir olayda basının karşısına mühendis çıkarmak hatadır, mühendislerin iyi konuşmacı olmadıkları ve iletişim becerilerinin zayıf olduğunu çok iyi bilinir. Buna da izin verilmemesi gerekirdi. Nitekim, uzmanlar (!) bizi aydınlatmak yerine kafamızı daha çok karıştırdılar. Nihayet iletişim yönetimi, bir netleştirme ve açıklığa kavuşturma işidir ve böyle bir sonuç vermeyeceği önceden görülüyorsa asla yapılmaması gerekir. Elbette bir başka önemli nokta da şu: Sorumluluk, açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik noktasında iyi bir performansı veya herhangi bir performansı olmayan şirketlere PR yönetimi yapılmalı mıdır? Kesinlikle hayır! Bu doğrultuda bir yönetim anlayışına girmemiş bir şirket ile küresel ilkeleri benimsemiş bir PR uzmanı ve ajansı asla çalışmamalıdır. Görünürlüğünü ve bilinirliğini artırmak isteyen her şirketin PR işine abandığını ve gerçek PR yapmak ve yönetmek yerine, PR’ın sadece medya ilişkileri gücünü kullanarak adeta bir fırsatçılık yaptığına, basında yer alan haberlerle kendine bir algı değeri inşa ettiğine sıklıkla rastlıyoruz. PR ajansı sahipleri ve yöneticilerinin de bundan şikayetçi olduğunu biliyoruz. PR danışmanlarının şirketlere ısrarla vurguladığı konularda tam aksi kararlar alındığına onlarca kez şahit olduk. Danışmanlığın fıtratında var. Soma Holding olayında şirketin PR ajansı gerekli uyarı ve bilgilendirmeleri toplantı öncesinde yapmış olsa bile sözünü kabul ettirememiş olabilir. Üstelik basın toplantısı da bir emir kipiyle yapıldıysa, PR ajansının yapacağı en doğru şey bir an evvel hizmetini sonlandırmak olmalıydı. Diğer yandan, ajans bu şirket ile iddia edildiği gibi özel ilişkiler nedeniyle çalışıyor idiyse, hizmeti sonlandırma şansı olamazdı. Her açıdan, bu “emir kipi” iddiasını dikkatle incelemekte fayda var. Burada bir şeye daha dikkat çekmek isterim: Son 10-12 yıldır PR danışmanlığı fiyatlarının sürekli olarak geriye geldiğini görüyoruz. Bunun çok çeşitli nedenleri var. Ancak ilginç bir başka olasılık da, AK Parti iktidarı döneminde tanıştığımız yeni sermayenin kurumsallaşma, itibar ve marka değeri yönetimi yapma konusundaki tutucu, ezberci ve ürkek tavrıdır. TÜSİAD kökenli ve merkez sermaye dediğimiz şirketler bu işleri olabildiğince şirket içine alırken, bir yandan da değerli danışmanlık hizmetlerini almayı sürdürüyor. Çünkü istişare ve bilgi edinerek öğrenme, TÜSİAD geleneğinde ve kültüründe var. Yeni sermayenin öncelikli hedefi ise basında görünmek ve kârını süratle realize etmek. İDA’ya da (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) tavsiyem, bu gibi kötü örneklerin sayısı artmadan, PR ajanslarının tabi olduğu ilkeler ve değerler listesini daha açık, anlaşılır ve net bir hale getirip Türk iş dünyasının farkındalığını artırmalarıdır. Nitekim PR dünyası da, her bir olayı kendi içinde değerlendirirken, (TÜSİAD’ın yaptığı gibi) temel prensipleri daha net görünür ve bilinir hale getirmeden PR sektörünün itibarını koruyamaz.   PR uzmanları basına müdahale edebilir mi? Adı basın toplantısı olan bir buluşma, basın için düzenlenir ve basının kendi işini istediği gibi yapmasını sağlamak zorundadır. Basın mensubu dostlarımız bilir, PR uzmanları basın toplantılarında akış yönetimi yapmaktan tutun, soru-cevap yönetimine ve toplantı süresini belirlemeye kadar, üstelik çok açık ve belirgin biçimlerde yönlendirme yapar. Ancak, toplantıdaki basın mensuplarının rızası ve onayı dışında tek bir şey bile basına dikte edilemez. Her şeyi basının da kontrol edebilmesi ve yönetebilmesi gerekir. Örneğin, soru-cevap bölümünü uzatmak, net cevap alınamamış bir soruyu yeniden sormak veya ek bir bilgi veya görüntü talep etmek. Basının sorularını cevapsız bırakabilirsiniz ancak sorusuna müdahale edemezsiniz. Bir gazetecinin sorduğu sorunun yanıtı tamamlanmamış ise genel bir uyarı yapıp yanıtın eksik kalan bölümüne dikkat çekebilirsiniz. Fakat basını cevabı dinlemek zorunda olduğu konusunda uyaramazsınız. Bunları yapmak için PR uzmanı veya basın kökenli olmak da gerekmez, temel nezaket kurallarına uymak yeterlidir. Basın mensubu soru sorabilir ancak yanıtı dinlemeyebilir. Cevabı tekrarlarsınız. Tatmin olmadım diyebilir, peki deyip ısrarcı olmamanız gerekir. Nedenlerini sizinle paylaşmama hakkına da sahiptir. Basın mensupları sizi tatmin etmek zorunda değildir, şirketlerin ve PR uzmanlarının onları tatmin edecek bilgileri sunması gerekir. Bu örneği asla unutmayalım: Türkiye’de Vahap Munyar ile bir görüşme yapmak için PR uzmanlarını ve ajanslarını baskı altına alan, bunu bir başarı ölçüsü olarak koyan şirketler var. Oysa gördük ki, nihayet Munyar işi gereği bir şirketin beyanını kamuoyuna yansıtır ama söz konusu beyanın şirketin itibarına katkı sağlaması için Hürriyet’te yayımlanmış olması yetmez, “doğru, gerçek ve kanıtlanabilir” olması gerekir. İtibarı basında çıkan haberlerde arayanlara ibret olması gerekir.   Küresel yönetim prensipleri nedir? Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Küresel İlkeler Sözleşmesi’dir. İmza atanı da, atmayanı da etkiler. İmza atanların bir ilerleme raporu yayınlaması zorunludur ancak imza atmayanlar da ulusal ve uluslararası kamuoyunun vicdanında bu ilkelerle yargılanır. Küresel İlkeler Sözleşmesi (10. maddesi) “İş dünyası rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla savaşmalı” diyor. Bu ifade “sözleşmeye imza atmayanlar rahatlıkla rüşvet alıp-verebilir” anlamına gelmez. Soma faciasından sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız maden şirketinin tüm denetimlerden geçtiğini söyledi. Bu açıklamadan bir hafta sonra denetimlerin gerektiği gibi yapılmadığı ortaya çıkınca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik “denetim yapanları denetleyeceğiz” dedi. Demek ki “denetlendik” demek ve hatta denetim onayını çıkarıp basına göstermek de artık bir kanıt olamaz. Kurumsal itibarı yönettiğini iddia eden PR sektörü başta olmak üzere, tüm iş dünyasının rüşvet ve her türlü yolsuzlukla mücadele edebilmesi için, bilgi ve belgelerin arkasındaki sistemi kontrol etmesi ve şeffaf olması gerekiyor. Aksi takdirde, Vahap Munyar’a röportaj verip “harikayız” demek ve Hürriyet’te iyi bir haber çıkışı elde etmek itibar getirmez. Özellikle İDA üyesi PR ajansları ve BM Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne imza atmış olan İDA da dahil tüm PR dünyası, şirketlerin sunduğu bilgilerden şüphelenmek veya küresel etik kodlarını uygulamak için şirketlerin mahkemelerde suçlu bulunmasını bekleyemez. Her türlü yolsuzluk tabirine, basın yoluyla piyasaya yalan bilgi sunmak, manipülasyon ve algıya dayalı itibar oluşturarak maddi menfaat sağlamak da dahildir. Bunlar suçtur. Böyle bir şüphenin olduğu yerde PR ajanslarının ve uzmanlarının görev veya hizmet sunmaması gerekir. Bir PR ajansı veya uzmanı şunu unutmamalıdır ki, küresel ilkelere dayanarak bir tavır almak için mahkeme kararı gerekmez. Çünkü mahkemede yolsuzluk olduğu ispat edildikten sonra “biz hizmet vermeyiz” demek marifet veya mücadele değildir. Yolsuzlukla mücadele, ilkelere bağlılık noktasında “en ufak şüpheye yer vermeyecek” şekilde ve “açık, net ve şeffaf” biçimde bilgi sunmak demektir. PR mesleği ve sektörü itibarlı olmak ve öyle kalmak istiyorsa, bir konu adli makamların önüne gitmeden önce orada tedbir veya tavır almak zorundadır. TÜSİAD’ın yaptığı gibi, sürekli ilkelere atıf yapmak ve onları öne çıkarmak, bunun en doğru ve en başarılı yöntemidir.   PR ajansı Soma Holding’i bırakmalı mıydı? Diyelim ki faciaya kadar hiçbir şüphelenecek unsura rastlamadılar. Diyelim ki yaşam odası var mı, yok mu veya denetimler sağlıklı yapılıyor mu, yapılmıyor mu noktasında net bilgi de alamadılar veya yanlış bilgilendirildiler. Ancak görülüyor ki, basın toplantısı sırasında orada olmayı veya basına müdahale biçimlerini kendilerine sorun etmemişler. Facia öncesinde şirket hakkında kurum içinde ve dışında yaratılan algı ve imaj her ne olursa olsun, facianın ardından ortaya konulan performans çok konuda ipucu verdi. Şirketin sorunu bir iletişim sorunu olsaydı PR ajansına çok farklı eleştirilerde bulunabilirdik. Ancak şirketin iletişimden önce bir performans, açıklık ve şeffaflık sorunu vardı. Bu üçü yoksa, orada bir PR ajansı da bulunmamalıydı. Halkla İlişkiler mesleği, ancak küresel ilkelere ve insan haklarına saygılı olunması şartıyla itibarı veya performansı kötü olan şirketlere yardımcı olabilir. Aksi düşünülemez.   Şirketler yardım mı yapıyor, PR mı? Soma faciası nedeniyle acılı ailelere, geçimlerine, sorunlarına yardımcı olmaya çalışmak son derece vicdani ve güzel bir iş. Allah herkesten razı olsun. Ama adı üzerinde, bu işler Allah rızası için, insanlara yardımcı olmak için yapılır. Yardımın basın bülteni ve ilânı olmaz! Üstelik İslâm kültüründe “sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmayacak” inancı olduğu halde, muhafazakâr şirketlerin sahipleri dahil olmak üzere, Soma’ya yardım edenlerin PR ajanslarından bunu gazetelere bilgi olarak geçmelerini istemesi veya gidip gazete ilânı vererek göstermeye kalkmaları son derece yakışıksız ve yersizdir. Tüm varlıklı şirketleri ve şirket sahiplerini vakıflaşmaya davet ediyorum. Zenginliğinizi reklâm yaparak halka sunmak yerine, vakıflaşarak sürekli bir şekilde toplumun faydasına sunun. Böylece hem sizin vefatınızdan sonra vakfınız topluma hizmet etmeye devam eder, hem de yapılacak yardım sizin iki dudağınızın arasında değil vakıf yönetiminin yetki ve denetiminde olur. Samimiyseniz bunu yapmakta bir sakınca görmezsiniz. Hepimiz içinden çıkıp geldiğimiz Türk Milleti’ne karşı sorumluyuz ve acılarla kavrulup gelen bu millet her alanda, her konuda, her şeyin daha iyisini, üstelik kimsenin insafına kalmadan hak ediyor. Bu milletin yakasına yapışmış tüm çirkinliklerin, kötülüklerin, uğursuzlukların ve sorumsuzlukların son bulmasını ve milletimin her ferdinin kalbinde taşıdığı insaniyet ve hoşlukla gülümseyebildiği bir hayat sürmesini tüm içtenliğimle diliyorum.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER