Sınırı Olmayan Dünyanın Tutsakları: The Social Dilemma

The Social Dilemma, sosyal medya algoritmalarının insanlar üzerindeki manipülasyonunu ve yıkıcı etkilerini, bu dünyayı yaratan teknoloji profesyonellerinin itiraflarıyla çarpıcı bir şekilde ele alıyor.

The Social Dilemma, sosyal medya algoritmalarının insanlar üzerindeki manipülasyonunu ve yıkıcı etkilerini, bu dünyayı yaratan teknoloji profesyonellerinin itiraflarıyla çarpıcı bir şekilde ele alıyor.

Elif Tütüncü

Google, Facebook, Twitter, Instagram ve diğer platformlarda çalışan çok sayıda teknoloji endüstrisi çalışanının, kendi çocuklarının sosyal medyayı kullanmasına izin vermediğini, ekran süresini sınırladıklarını ve dijital cihazları 16 yaşından küçüklere vermemeyi önerdikleri zaman zaman haberlere konu oluyor. Hatta kendileri de bildirimlerini kapatmış veya uygulamaları tamamen silmiş durumdalar.

Onların bildiği bizim bilmediğimiz ne? İşte bunu belgesel yapımcıları Jeff Orlowski ve Larissa Rhodes, sosyal medyayı ilk şekillendiren teknoloji profesyonelleriyle yaptıkları röportajlar aracılığıyla gözler önüne seriyor. Yaratılan bu dijital dünyanın etkilerini ise tarihçiler, psikologlar ve diğer sosyal bilimciler kendi perspektiflerinden yorumluyor. Belgesel bize sosyal medya bağımlılığının gerekçesini tekrar öğretiyor. Sosyal medyadaki ileri düzey algoritmalar insanları tanımlıyor ve dikkatlerini manipüle ederek platformlarda geçirdikleri sürenin artması amaçlanıyor. Bu yolla reklamlar ve hedeflenen haber akışları için hazır hâle gelmeleri sağlanıyor. Her birimiz ekranlarımızda beliren bize özel önerilere artık aşinayız. Önerilerin bu denli kişisel olması, arama motorlarının ve sosyal medya platformlarının, kullanıcı gizliliğini sürekli tehdit altında tutan sofistike bir gözetleme sistemine dönüştüğünün kanıtı niteliğinde.


Belgeselde, eski Google, Facebook, Twitter gibi dev şirketlerin çalışanlarından oluşan bir grup insanın görüşlerine yer veriliyor. Bu insanlar, sosyal medya platformlarının arkasındaki algoritmaları, iş modellerini ve etik sorunlarını anlatıyorlar. Ayrıca, bu platformların insanların davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini nasıl değiştirdiğini ve bunun toplumsal düzeyde nasıl tehlikeli sonuçlara yol açtığını örneklerle gösteriyorlar.

Belgeselde ayrıca, bir Amerikan ailesinin sosyal medyaya bağımlılığı ve bunun aile içi ilişkilerine yansıması da dramatik bir şekilde canlandırılıyor. Ailenin en küçük oğlu Ben’in sosyal medya platformlarının sürekli kendisine gönderdiği bildirimlerle dikkati dağılıyor ve okul başarısı düşüyor. Ayrıca, internette karşılaştığı sahte haberler ve komplo teorileri yüzünden radikalleşiyor ve bir protesto gösterisine katılıp tutuklanıyor. Ailenin kızı Isla ise, sosyal medyada kendisine gelen olumsuz yorumlar yüzünden özgüvenini kaybediyor ve depresyona giriyor.

Yapım, sosyal medyanın insanların hayatlarına giren bir canavar gibi tasvir edildiği bir animasyonla da destekleniyor. Bu animasyon, sosyal medya platformlarının insanların verilerini nasıl topladığını, kişiselleştirilmiş reklamlarla nasıl para kazandığını ve insanların ilgisini çekmek için nasıl sürekli yeni içerikler sunduğunu görselleştiriyor.

Belgeselin sonunda ise, bu sorunlara karşı alınabilecek önlemler ve çözüm önerileri sunuluyor. Bu öneriler arasında, sosyal medya kullanımını sınırlandırmak, bildirimleri kapatmak, sahte haberleri teyit etmek, farklı görüşlere saygılı olmak ve platformların şeffaflığını talep etmek gibi basit ama etkili adımlar yer alıyor.

 


Masumane niyetten, bireysel tahribata: Beğen butonu

Bu algoritmalar, dünyayla, kendimizle ve birbirimizle ilgili çarpıtılmış fikirlere de dahil olmak üzere bizi satın almaya yönlendirmeyi hedefliyor. The Social Dilemma, Jeff Orlowski tarafından yapılan ve bizi korkutan Chasing Coral ve Chasing Ice gibi belgesellere benzer şekilde kendimize "ne yapıyoruz?" sorusunu sormamızı sağlıyor. Son yıllarda Screened Out, Lo and Behold: Reveries of the Connected World ve The Great Hack gibi sosyal medyanın gizlilik, özgüven ve hatta demokrasi üzerindeki etkisine ilişkin endişeleri dile getiren pek çok yapım hazırlandı. Ancak The Social Dilemma, diğerlerine kıyasla dijital dünyanın bugünkü hâle nasıl geldiğini ve kişilerden hareketle kitleleri yönlendirmesini, onu yaratan uzmanların itiraflarıyla aktarıyor. 

Facebook'un "beğen" butonunun mucidi Justin Rosenstein, yarattığı bu canavardan utanarak onu "pozitiflik yaymak" amacıyla tasarladığını söylüyor. Beğen butonunun insanlarda yarattığı psikolojik etkilerin bir sonucu olarak da davranışlarını; hatta fiziksel görünüşlerini değiştirmelerine değiniliyor.

Z kuşağının (mevcut orta ve lise öğrencilerinin) kızlarında kaygı, depresyon, kendine zarar verme ve intihar girişimlerinde büyük bir artış olduğunu görüyoruz, bazı kategorilerde üç katına kadar çıkıyor. Diğer yandan sosyal medyada kullanılan güzellik filtrelerindeki görünüme sahip olmak için plastik cerrahiye başvuran insanlar için "Snapchat Dismorfisi" adı verilen yeni bir klinik terim bulunuyor. Sonuca rağmen bu dünyayı yaratanlar, niyetlerinin kötü olmadığını; hatta "para kazandırma" gibi masumane amaçlarla algoritma sistemlerini inşa ettiklerini ifade ediyor.

Google’ın eski tasarımcıları arasında yer alan Center for Humane Technology’nin Kurucusu ve Başkanı Tristan Harris, platformları kuranların şimdi onları değiştirmekle sorumlu olduğuna inanıyor. Nasıl, ne zaman ve nerede yapılacağı henüz belirtmese de belgeselden açıkça anlaşılıyor ki dijital medyanın evrildiği bu kötücül senaryodan bizi kurtarmak için büyük bir kamu baskısı ve teknoloji endüstrisinin kolektif iradesi gerekiyor.


Kitlesel algı silahı

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2021 yılı verilerine göre Türkiye'de 16-74 yaş grubundaki bireylerin yüzde 79,6'sı internet kullanıyor. Bu oran 2020 yılında yüzde 75,3 idi. Yani internet kullanıcı sayısı bir yılda yaklaşık 4 milyon artmış. İnternet kullanıcılarının yüzde 91'i ise sosyal medya platformlarını kullanıyor. En çok kullanılan sosyal medya platformları ise sırasıyla YouTube (%86), WhatsApp (%85), Instagram (%75), Facebook (%71) ve Twitter (%38). 

Peki insanlar sosyal medyada günde ne kadar zaman geçiriyor? We Are Social ve Hootsuite'in 2021 yılı raporuna göre Türkiye'de ortalama günlük sosyal medya kullanım süresi 3 saat 6 dakika. Bu süre dünya ortalamasının (2 saat 25 dakika) çok üzerinde. Türkiye bu alanda dünyada 4. sırada yer alıyor. Sosyal medyada en çok zaman geçiren ülkeler ise Filipinler (4 saat 15 dakika), Brezilya (3 saat 45 dakika) ve Kolombiya (3 saat 31 dakika).

Her gün milyonlarca insan sosyal medya platformlarında paylaşımlar yapıyor, haberleri takip ediyor, fikirlerini ifade ediyor. Bu yönüyle sosyal medya ve internetin manipülasyon potansiyeli çok yüksek. Bu platformlarda bize sunulan bilgilerin çoğu filtrelenmiş, değiştirilmiş, abartılmış veya yalan olabiliyor. Bu bilgiler bizi yanlış yönlendirebilir, önyargılarımızı pekiştirebilir, karar verme sürecimizi etkileyebilir. Örneğin, sosyal medyada gördüğümüz bir reklam veya bir arkadaşımızın tavsiyesi bize bir ürünü satın almamızı sağlayabilir. Ya da sosyal medyada karşılaştığımız bir haber veya bir yorum bize bir siyasi partiye veya bir liderlik figürüne sempati veya antipati duymamızı sağlayabilir.


Sosyal medya ve internetin toplumları yönlendirme gücü de çok büyük. Bu platformlarda oluşan gruplar, ağlar, hareketler toplumsal değişimlere yol açabilir. Bu değişimler bazen olumlu, bazen olumsuz olabilir. Örneğin, sosyal medya ve internet sayesinde insan hakları, demokrasi, çevre gibi konularda farkındalık artabilir, aktivizm gelişebilir, dayanışma sağlanabilir. Ya da sosyal medya ve internet sayesinde nefret söylemi, şiddet, ayrımcılık gibi olumsuzluklar yayılabilir, kutuplaşma artabilir, çatışma çıkabilir.

Sahte haberlerin ve komplo teorilerinin yayılması endişeleri yersiz değil; dezenformasyonun hâlihazırda kültür savaşını körüklediği, seçim güvenliği ve demokrasiyi tehdit ettiği örnekler bulunuyor. Myanmar'da azınlıklara yönelik zulme yol açan anti-Müslüman oluşumun Facebook paylaşımlarından etkilediğine dair kanıtlar mevcut.


Dijital aktivizm sokakları boşaltıyor mu?

İnternet ve sosyal medya ile birlikte hayatımıza giren dijital aktivizm, geleneksel protesto biçimlerini nasıl dönüştürdü? Bu sorunun cevabını aramak için öncelikle dijital aktivizm nedir, nasıl ortaya çıkmıştır ve hangi amaçlarla kullanılmaktadır sorularını yanıtlamak gerekiyor. 

Dijital aktivizm, internet ve sosyal medya araçlarını kullanarak sosyal, siyasi veya çevresel bir değişim yaratmaya çalışan hareketlerin genel adıdır. Dijital aktivistler, online platformlarda kampanyalar düzenler, bilgi paylaşır, farkındalık yaratır, dayanışma gösterir ve baskı oluşturur. Dijital aktivizm, 1990'lı yılların sonunda internetin yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkmış ve 2000'li yılların başından itibaren sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte hızla büyümüştür. Dijital aktivizm hem kendi başına bir eylem biçimi olarak hem de geleneksel protesto yöntemlerini desteklemek için kullanılmaktadır.

Dijital aktivizmin geleneksel protesto yöntemlerine olumlu etkileri:

· Eylemcilere daha geniş bir kitleye ulaşma ve daha fazla insanı harekete geçirme imkânı sağlar. İnternet ve sosyal medya sayesinde, eylemciler mesajlarını dünyanın her yerine yayabilir, farklı ülkelerden ve kültürlerden insanlarla iletişim kurabilir ve uluslararası dayanışma ağları oluşturabilir.
· Eylemcilere daha hızlı ve daha ucuz bir iletişim aracı sunar. İnternet ve sosyal medya sayesinde, eylemciler anlık olarak bilgi alabilir ve verebilir, kampanyalarını kolayca planlayabilir ve organize edebilir, maliyetleri azaltabilir ve kaynakları daha verimli kullanabilir.
· Eylemcilere daha yaratıcı ve çeşitli bir eylem repertuarı sunar. İnternet ve sosyal medya sayesinde, eylemciler farklı formatlarda içerik üretebilir, görsel, işitsel veya metinsel mesajlarla duyguları ifade edebilir, interaktif ve katılımcı eylemler tasarlayabilir. 

Dijital aktivizmin geleneksel protesto yöntemlerine olumsuz etkileriyse şöyle sıralanabilir: 

· Eylemcilerin karşılaştığı sansür ve baskı riskini artırabilir. İnternet ve sosyal medya araçları, devletlerin veya diğer güç odaklarının kontrolü altında olabilir, eylemcilerin kişisel verilerini toplayabilir veya manipüle edebilir, eylemcilerin erişimini engelleyebilir veya cezalandırabilir.
· Eylemcilerin gerçek hayatta bir araya gelme ve dayanışma duygusunu zayıflatabilir. İnternet ve sosyal medya araçları, eylemcilerin fiziksel olarak birbirleriyle temasını azaltabilir, eylemcilerin bağlılık ve sorumluluk hissini düşürebilir, eylemcilerin sadece online platformlarda kalmasına veya pasif kalmasına neden olabilir.
· Eylemcilerin mesajlarının etkisini azaltabilir. İnternet ve sosyal medya araçları, eylemcilerin mesajlarını çok sayıda insanla paylaşmasını sağlasa da bu mesajların dikkat çekmesi, anlaşılması ve hatırlanması zor olabilir. Eylemcilerin mesajları, diğer içeriklerle rekabet etmek, alıcıların ilgisini kaybetmek veya yanlış anlaşılmak durumunda kalabilir.


Dezenformasyonun yarattığı zombi toplum

Sosyal medyada yaratılan bilgi kirliliğinin bir sonucu olarak dezenformasyon, sosyal medya kullanıcılarının karar verme süreçlerini ve davranışlarını olumsuz etkileyebiliyor. 

Dezenformasyonun en tehlikeli sonuçlarından biri, zayıf iradeli insanların ideolojik olarak yönlendirilmesi ve sürü psikolojisine kapılması olarak karşımıza çıkıyor. Dezenformasyonun bir sonucu olarak bireyler kendi akıllarını kullanmak yerine, kendilerine sunulan bilgilere veya görüşlere körü körüne inanır ve onlara uygun hareket ederler. Bu durum da hem kendileri hem de toplum için zararlı bir kitlesel silah etkisi yaratıyor.

Sürü psikolojisi, bireylerin kendi özgün düşünce ve davranışlarını kaybederek, çoğunluğun veya otoritenin etkisinde kalarak hareket etmesi durumudur. Sosyal medyada sürü psikolojisine kapılan insanlar, genellikle aynı ideolojiye sahip olan veya kendilerine benzer görünen kişilerin oluşturduğu gruplara dahil olurlar. Bu gruplar, kendi içlerinde bir dayanışma ve aidiyet duygusu yaratırken, diğer gruplara karşı da düşmanlık ve önyargı beslerler. 

Sosyal medyada dezenformasyonun yayılmasının nedenleri arasında, bilinçli veya bilinçsiz olarak yanlış bilgi üreten veya paylaşan kişi veya kurumlar, bilgi kaynaklarının güvenilirliğinin sorgulanmaması, bilginin doğruluğunu kontrol etmek için yeterli zaman ve çaba harcanmaması, bilginin duygusal olarak etkileyici olması ve bireylerin kendi inançlarına uygun olması sayılabilir. 

Sosyal medyada dezenformasyonun önlenmesi için ise, bireylerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeleri, bilgi kaynaklarını dikkatli seçmeleri ve doğrulamaları, farklı görüşlere saygılı olmaları ve empati kurmaları gerekmektedir. Ayrıca sosyal medya platformları da dezenformasyonu tespit etmek ve engellemek için daha etkin yöntemler geliştirmelidir. 

The Social Dilemma, benzer içerikteki diğer yapım gibi bizlere online geçirdiğimiz sürede karşımıza çıkan hemen her şeyi sorgulamamız gerektiğini tekrar hatırlatıyor ve üzerinde özellikle durduğu “dikkat çekme modeli”ne karşı direnerek zihinsel kontrolümüzü algoritmalardan tekrar kendi elimize almamız gerektiğini ifade ediyor.

 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER