Sektörün Geleceği İçin Örgütlenme Şart

 Sektörün geleceği için örgütlenme şart Hayranlıkla izlediğimiz dizilerin en sevdiğimiz başrollerine sesi ile çekicilik kazandıran, Türk dizi sektörünün vazgeçilmez sesi olan Umut Tabak ile gerçekleştirdiğimiz sohbette Türkiye’de Dublaj sektörünün şu anki durumu ve geleceği hakkında önemli noktalara değindik. Genellikle sesi ile tanıdığımız sanatçı aynı zamanda bir tiyatro tutkunu. Kendisinden kısaca bahsedecek olursak; tiyatroyla ortaokul ve lisede tanışan Umut Tabak, Carmina Burana gibi birçok büyük projede yer alarak, Almanya turneleri yapmış. Lisede Haldun Dormen ile tanışan sanatçı, Dormen Tiyatrosuna gidip ne iş olsa yaparım, çay getiririm, dekor taşırım, sahne siler süpürürüm yeter ki bu ortamda bulunayım diyerek Dormen Tiyatrosu’nda kendine bir yer edinmiş. Önce oyun provaları sırasında gelmeyenlerin yerine oynamış daha sonra Haldun Dormen’in yedek oyuncu teklifi üzerine “Nerede Kalmıştık Amphitryon 2000” adlı oyunda tiyatro oyunculuğuna profesyonel olarak ilk adımını atmış. 2002 senesinde İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarına başlayan sanatçı, mezun olduktan sonra da mesleğini sürdürerek İstanbul Devlet Tiyatrosunda da büyük deneyimler edinmiş ve hala tiyatro oyunculuğunu sürdürüyor.   Bu sektörün ihtiyacı olan kalifiye eleman; kalifiye eleman da para olmayan yerde olmuyor.   Seslendirme/dublaj sektörüne başlama hikâyenizi kısaca anlatır mısınız? Dormen Tiyatrosu’nda “Nerede Kalmıştık Amphitryon 2000” adlı oyunda profesyonel olarak ilk adımımı attığım zaman Sinema Televizyon Bölümünde ikinci sınıftım. 2. Sınıfın sonunda dublaj konusunda rol arkadaşlarımdan Gülen Karaman’dan rica ettim ben bir yere yönlendirebilir mi diye. O da beni Senkron TV diye bir yere yönlendirdi ve 2000 yılının 12 Haziranında dublaj maceram başlamış oldu. 15 yıldır bu işin içindeyim. Sözlüklerde sizin için "Türk dizi sektörünün ses telleri" yorumunun yapıldığını gördüm. Neredeyse seyircilerin kalbinde yer eden tüm karizmatik başrol oyuncularına siz ses verdiniz. Kıvanç Tatlıtuğ, Keremcem, Kutsi vs.  Bunun olumlu ve olumsuz geri dönüşleri neler?   “Türk dizi sektörünün ses telleri” açıkçası gurur okşayıcı bir tanımlama olduğunu söyleyebilirim. Ama artık o kadar değil; çünkü günümüzde yerli dizilerde seslendirme kalmadı gibi bir şey. Genelde sesli çekimler oluyor. Sesli çekimlerde de eğer oyuncunun konuşmasında bir problem varsa seslendirmeye başvuruluyor. Mesela Acil Aşk Aranıyor adlı bir dizi işi vardı, orada konuştuğum arkadaş Almanya kökenli biriydi ve Türkçesi bozuktu o yüzden bana ihtiyaç duyulmuştu. Bu tanımlamayı hak ettiğim, yani Kıvanç’ı, Keremcem’i, Kutsi’yi konuştuğum dönemlerde haftada 8 iş seslendirdiğim oluyordu. Tabi bunun ne gibi olumlu dönüşleri oluyor? Piyasada bilinirliğiniz, tanınırlığınız artıyor. Bu piyasada seslendirme sanatçıları genelde mikrofon arkasında, perde arkasında kalır. Sizin gibi benimle röportaj yapmak isteyen, yapan kişiler, yayıncılar, TV programları sayesinde sima olarak da, piyasada da bilinirliğim arttı. Piyasada bir “marka” olmaya başladım. Ama bunun olumsuz dönüşleri de var tabi. 2 yönden olumsuz dönüşü var. Birincisi; adınız çıkıyor dokuza inmiyor sekize. Şöyle ki; ben konservatuvar mezunu bir tiyatro sanatçısıyım aynı zamanda, oyuncuyum ama yapımcıların gözünde seslendirmeciyim. Oyunculuk yönümü çoğu yapımcı, uzun süreler çalıştığım insanlar bile bilmeyebiliyor. Kurtlar Vadisi’nde de senelerdir çalışıyorum. Sezon başında filmin yönetim kurulu başkanıyla bir görüşmemiz olmuştu dublajla alakalı. Orda ben tiyatro ve turnelerden bahsetmiştim laf arasında, kendisi bana “aa sen oyuncu musun?” dedi. O da o zaman öğrendi. ‘Seslendirme’ üzerinize yapışmış bir etiket oluyor. Oyunculuk hasreti olan bir insan olarak bu olumsuz taraflarından diyebilirim. Daha önce de Med Yapım’da Fatih Aksoy ile bir görüşmemiz olmuştu daha sonra beni oynatmayı düşündükleri işin başrolünün seslendirmesine çağırdılar beni. Onun dışında çok fazla yerli dizi seslendirmesinde tanındığım için diğer alanlardaki işlerime kötü etkileri oluyor. Reklam piyasasındaki potansiyelim daraldı ancak total olarak bakacaksak halimden memnunum. Sesiniz başlı başına bir marka. Sizce Polat Alemdar Markasının oluşmasında sizin katkılarınız neler?   Öncelikle Polat Alemdar markasından öte Kurtlar Vadisi diye bir marka var ortada. Yanlış hatırlamıyorsam dizinin 13. Senesi benim de 12. Senem. İlk sezonu hariç ben konuştum. İlk sezonda Arda Esen diye bir arkadaşımız seslendirmişti. Bu kadar uzun süre aynı çizgide aynı reyting seviyesinde ve sıralamasında hep gün birincisi olarak yerini koruyan çok az iş vardır. Belki de tek iştir Kurtlar Vadisi. Polat Alemdar karakteri de o markanın önemli bir ögesi diyebiliriz. Benim tabi ki bu markaya katkım büyüktür diye tahmin ediyorum. Ama biz oyuncularla ortak bir iş yapıyoruz. Onlar görüntüyü veriyor ben ses veriyorum. Bir şekilde bana ihtiyaç duyulduğunda rolün ses kısmını ben halletmiş oluyorum. Ben sesimle oyunu güçlendirmeye çalışıyorum. Hep bu örneği veririm; İngilizcede seyirci “audience” demektir. Sesten gelir. İngilizcede seyirci demek dinleyici demektir. Ses tabi ki bir karakterin oluşmasında önemli bir eleman, ben de o önemli parçayı dolduruyorum diyebilirim.     Yıllardır Polat Alemdar sizin sesinizle izleyicilere sesleniyor. Bu uzun birliktelik başka karakterlerle karşımıza çıkmanıza engel oldu mu?   Oldu. Daha çok reklamda etkisi oldu. Mesela bir bankanın kurum sesi olacaktım. Polat karakterinden ötürü dublaja alacağımız günün 1 gün öncesinde çark ettiler. “Kurumsal imajımıza ters!” şeklinde geri dönüş bildirmişler. O sene 2 bankanın kurum sesi olacakken işler direkten döndü. Birkaç kez Polat’ı seslendirmemden dolayı hiç başlamadığım 1-2 iş oldu. Kiraz Mevsimi dizisinde Ayaz karakteri için bilerek isteyerek beni çağırdılar. Daha sonra kim olduğunu bilmediğim bir TV eleştirmeni “Bu adam Polat Alemdar’ın sesi, zaten her yerde aynı ses” şeklinde bir eleştiride bulunmuş. Bana kalırsa saçma bir eleştiri.. Açıkçası benim nazarımda zevzekçe bir eleştiride bulunmuş. Çünkü ben Ayaz karakterini seslendirirken Polat Alemdar tonlamasıyla konuşmuyordum. Kulağı iyi olmayan kişi, ortalama bir seyirci iki karakteri aynı kişinin seslendirdiğini anlamaz. İyi kulaklar, ortalamanın üzerinde deneyimli kulaklar, piyasada olan insanlar o eleştirmen gibi, anlarlar. Bu eleştiriden yapımcılar da rahatsız olmuşlar 1. Bölümden sonra beni değiştirme tasarrufuna girdiler. Böyle bir iş kaybettim o arkadaş sayesinde. Bu şekilde birkaç iş kaybetmişliğim var ama kazandırdığı da var. Sırf Polat’tan ötürü tercih edildiğim birçok iş de oldu.   Film seslendirmelerinde en çok hangi karakteri seslendirmekten keyif aldınız? Neden?     Karakter olarak çok hatırlamıyorum ama bir tane var. Özellikle “her oyuncunun gönlünde bir Hamlet yatar” sözünden yola çıkarak bir Hamlet seslendirmişliğim var. Dublajı 2 güne bölmüştük, toplamda 8-9 saat sürmüştü dublajı. Zahmetli ama bir o kadar da keyifli bir dublajdı. Meslek büyüklerimden mesleki anlamda tatmin edici geri dönüşler de almıştım. Oyuncu olarak seslendirmekten keyif aldığım karakterlerden de Johnny Depp’i seslendirmeyi çok severim, çünkü kendisi her filminde her oynadığı karakterde farklı bir şeyler denemeye çalışan bir aktör. Dolayısıyla bu da sizin için zorlayıcı bir durum oluyor. Çünkü yabancı bir film seslendirmesinde karşınızda bitmiş bir ürün var. O bitmiş ürün oyuncunun kim bilir kaç ay üzerinde çalışıp ortaya çıkardığı bir karakter. Böyle olunca da ses kısmında o oyuncunun oyununa yetişmeye çalışıyorsunuz. Onun dışında Edward Norton’ı söyleyebilirim. Şu an aklıma gelen mesela Tom Cruise’u Manolya filminde seslendirmek de hoş bir deneyimdi benim için. Belki şimdi dinlesem çok beğenmem. Çünkü seslendirme hayatımın çok başlarında yaptığım bir işti. Zorlayıcı işleri seviyorum çünkü benim gelişimime de katısı oluyor.   En çok hangi alanda seslendirme yapmayı seviyorsunuz? Hiç reklam seslendirmesi yaptınız mı?   Orijinal dediğimiz yabancı film seslendirmesinden çok keyif alıyorum. Belki ilk göz ağrım olduğu için olabilir. Ben işe yabancı film dublajıyla başladım. İyi-kötü birçok film seslendirdim. Orijinal seslendirmenin içinde de spesifik olarak animasyonları söyleyebilirim. Başlı başına çok keyifli işler olduğu için güle oynaya aldığınız, sizi farklı sesler çıkarmanız konusunda zorlayan işler oluyor. Ice Age de konuştuğum bir Keseli Sıçan var. Orda beni dinleyen biri bu arkadaş Polat Alemdarı da seslendiriyor deseniz size güler muhtemelen. Reklam seslendirmesi yaptım. En çok bilinen reklamım da Sneakers. “Açlığını yok et” packshotı, “açken sen sen değilsin” şeklinde sloganı olan reklamdır. Birçok reklam seslendirmesi yaptım tabi ama açıkçası potansiyelimin altında iş yaptığımı düşünüyorum. Onun nedeni de yerli dizi sektöründe yer edinmiş; çok bilinir, tanınır karakterleri seslendirmiş olmam.   Müşteriyle, seslendirdiğiniz kişinin/markanın ses karakterini oluşturma konusunda nasıl bir çalışma yapıyorsunuz? (Kendinizden de bir şeyler katıyor musunuz? Müşteriye önerileriniz oluyor mu?   Müşteri sıfatında biri karşımıza sadece reklam seslendirmesinde çıkıyor. Reklam filmini girmeden önce izliyoruz. Onlar nasıl bir şey istediklerini söylüyorlar. Bazen söylemiyorlar siz yapın diyorlar, onun üzerinde hangi yolda yürüyeceğimize karar veririz diyorlar. Karşılıklı olarak fikir alışverişiyle yürütüyoruz. Tabiki kendimden de bir şeyler katıyorum. Bazen beğeniyorlar, bazen beğenmiyorlar. Sonuçta marka onların, nasıl lanse etmek istedikleri onlara kalmış. Ben onların istekleri doğrultusunda bir şeyler çıkarıyorum. Diğer işlerde genelde seslendirme yönetmeniyle muhatabız biz. Yerli dizi seslendirmelerinde bazen yapımcı ya da yönetmen özel olarak, oyuncudan isteyip çıkaramadığı işleri vurgulamak için istekte bulunuyor.   Ülkemizde markaların erkek ya da kadın sesini seçerken belirli kalıplar arasında kalması hakkında ne düşünüyorsunuz? Örneğin; araba reklamlarına sürekli erkeklerin ses vermesi gibi.   Aslında araba reklamlarında son dönemde çok sevdiğim bir sanatçı olan Özden Ayyıldız, Alfa Romeo Giulietta reklamını seslendirmişti. Araba reklamlarında istisnalar olabiliyor. Ancak banka reklamlarında kadın sesi duyduğumu hatırlamıyorum. Bunu da şuna bağlıyorum; Sektörde de Hollywood filmlerinde de sıkça başvurulan klişeler vardır. Bir Hollywood filminde gerilimli bir sahnede hangi enstrümanla müzik yapacağınız bellidir. Belli kalıplarda çalışırlar çünkü müşteriler/ yapımcılar/yönetmenler ticari işlerde klişelerin güvenli dallarına tutunmak zorunda hissediyorlar. İnsanlara hitap ederken onların algısında yıllarca oluşmuş klişelerin dışına çıkmayı pek sevmiyorlar. Bir banka reklamı söz konusu olduğunda güvenilirlik algısı yaratma ihtiyacı hisseder marka kendinde. Dolayısıyla tok erkek sesleri kullanarak güven yaratma klişesine sarılırlar. İşin ticari olması müşterilerde belli klişelere bağlı kalma ihtiyacı yaratır.   Başarılı bulduğunuz seslendirme yapan isimler kimler? Bu isimleri diğer dublaj sanatçılarından ayıran özellikler ne?   Aslında bu benim açımdan sıkıntılı bir konu. Birkaç isim sayacağım, sayamadığım unuttuğum isimler olacak onlardan şimdiden özür diliyorum. Rahmetlilerden başlayayım önce; Alev Sezer, benim sesini duyarak büyüdüğüm meslek büyüklerimdendir. Maalesef hiç birlikte çalışma şansım olmadı yetişemedim onun dönemine. Bruce Willes’le etle tırnak gibi olmuştur Alev Sezer. Belki biraz garibinize gidecek ama ben dublajlı film izlemeyi seven biri değilim ancak Bruce Willes’i kendi sesindense Alev Sezer sesinden dinlemeyi tercih ederim. Yine rahmetlilerden Zekai Müftüoğlu’nu, Osman Gidişoğlu’nu sayabilirim. Erkeklerden aktif olarak bu işi yapanlardansa; Hakan Vanlı, Hakkı Ergök, Murat Şen, Uğur Taşdemir, Sungun Babacan, Yekta Kopan, Sezai Aydın, Murat Aydın, Levent Dönmez diyebilirim. Kadın seslerindense; tabi ki beni dublaja başlatan başarılı seslendirme sanatçısı Gülden Karaman, Özden Ayyıldız, Şenay Gürler, Özlem Altınok, Burcu başaran, Burcu Güneştutar, Funda Oskay, Gülseren Gürtunca diyebilirim. Bu sanatçıları diğerlerinden ayıran fark diyecek olursam; ses güzelliği ayrı bir yerde olabilir fakat başlı başına bir etken değil. Tabi ki yetenekleri, işlerine bağlılıkları ve saygıları onları ayrı tutuyor.   Dünyadaki seslendirme örnekleri ve ülkemizdeki örnekler arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?   Dublaj sektörü içinde olmayanların şöyle bir yanılgısı var; bizde dublaj çok ilerde dimi? Dünyada bu işi en iyi yapanlardan biri bizmişiz gibi şeyler söylüyorlar. Zaten dublajın doğru düzgün yapıldığı çok ülke yok. Fransa’da alt yazılı gösteriliyor filmler, İngiltere’de zaten eğlence sektörünün filmlerin dizilerin %90’ının İngilizce olduğunu düşünecek olursak orda zaten dublaja ihtiyaç yok. Diğer ülkelerin çoğunda da alt yazılı olarak yayınlanıyor. Almanya’da bizdeki anlamıyla dublaj yapılıyor. Mesela birçok Orta Avrupa ülkesinde örneğin Polonya’da dublaj yapılıyor. Ama filmdeki bütün erkek karakterleri bir erkek konuşuyor bütün kadın karakterleri bir kadın konuşuyor. Bizdeki anlamda bir dublaj oralarda söz konusu değil. Anlatıcı gibi oluyor oradaki dublaj/seslendirmeler. Amerika’da da sadece animasyon filmlere dublaj yapılıyor. Onlarda şöyle bir fark var; biz nasıl bitmiş ürün üstüne dublaj yapıyorsak orda animasyon filmlerin seslendirmesinde seslendiren oyuncular karakteri yaratıyor onun üzerine karakter çiziliyor. Oradaki animasyon seslendirme prosedürü o şekilde gelişiyor. Almanya’yla bizi kıyaslayacak olursak da ben Almanya’yı öne koyarım. Neden öne koyarım? Çünkü işi hakkıyla ve titizlikle yapıyorlar bizde işler biraz fabrikasyon yürüyor. Almanya’daki yetenek potansiyeliyle Türkiye’deki yetenek potansiyeli nasıl derseniz bizim daha yetenekli olduğumuzu söyleyebilirim. Biz teksti alıyoruz, provasız stüdyoya giriyoruz ve kayda başlıyoruz. Vizyon filmi dediğimiz filmlerin dublajında titizlikle gidilir bizde. Almanya’da böyle yürümüyor. Teksti gönderiyorlar videoyu gönderiyorlar siz evde çalışıyorsunuz, işin kendi prova süreci oluyor, stüdyoda prova süreci oluyor ondan sonra kayda giriliyor. Bizde işlerin fabrikasyon yürümesi de kaliteyi kötü etkiliyor.   Türkiye'de dublaj/ seslendirme sektörü hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelişmesi için neler yapılabilir? Sektörün geleceği hakkında neler söylemek istersiniz?   Bu konu hakkında sabaha kadar konuşabilirim. Seslendirme stüdyosu sayısının çok artmasından kaynaklanarak rekabet arttığı için birbirlerinden iş kapma adına, stüdyolar fiyatları gittikçe yerlere çektiler. Bu da kalifiye eleman eksikliğine sebep oldu. Bu işi çok iyi yapan ustalarımız, bu işin duayenleri yavaş yavaş piyasadan koptular. Çünkü neredeyse bir sigara parasına başrol konuşuluyor. Sektörün geleceği için örgütlenme şart. Biz seneler önce 2005/2006 yılıydı sanırım, seslendirme sanatçıları meslek birliği (SESBİR) olarak bir boykot düzenlemiştik. Bu boykotta da istediğimiz şeyler atla deve değildi. SESBİR Yönetimindeki usta sanatçılarımız bir başrol seslendirmesi için taban fiyatlar belirledi. Bir başrol seslendirmesinin fiyatı en düşük 100 lira olsun, bir yan rolün fiyatı 60 lira olsun, bir çizgi film seslendirmesi en düşük 25 lira, tek sayfa bir rol 20 lira şeklinde bir fiyat listesi çıkarıldı. Avrupa’ya göre çok çok komik fiyatlar bunlar. Birkaç stüdyo bu şartları kabul etmedi. Kabul eden stüdyolarla devam ettik, etmeyenlere gitmedik. Maalesef aramızdan 11 arkadaşımız boykotu kırdılar, Sesbir’den istifa ettiler ve boykot şartlarını kabul etmeyen stüdyolarla çalıştılar. Tabi o stüdyolar da önemli rollerin seslendirmesini o arkadaşlarla kurtardı. Geri kalanları da kurs açtılar, şehir tiyatrolarında rejisör olan seslendirme stüdyosu sanat yönetmeni olan bir abimiz, Şehir Tiyatroları’ndan daha önce dublaj yapmamış birçok insanı stüdyoya topladı. Tabiri caizse yoldan geçen insanlar dublaj yapmaya başladı. Bu sektörün ihtiyacı olan kalifiye eleman; kalifiye eleman da para olmayan yerde olmuyor. Bana gelip bu işi yapmak istediğini söyleyen genç insanlar var ancak işin maddi koşullarını görünce tırıs tırıs geri dönüyorlar. . Belki içlerinde çok yetenekli insanlar var ama koşullar böyle olunca seslendirme, geçim derdi olan insanların yanaşacağı bir iş olmuyor. Bu işin olmazsa olmazı hem seslendirme stüdyoları arasında bir örgütlenme hem de sanatçılar arasında örgütlenmedir. Bu konuda çalışmalar var. Oyuncular Sendikası bu konuda çalışmalar yapıyor ancak ne aşamada olduğunu açıkçası bilmiyorum. Bizim telif gibi bir sıkıntımız var. Yaptığımız işlerden telif alamıyoruz. Eğer alabilseydik şu an işi bıraksam torunumun torununa kadar yetecek kadar param olurdu. Bu sorunun halledilmesi gerekiyor. Bilinçli bir şekilde bu sektörün ihtiyacı olan ödeme düzeni neyse buna karar verilir bunun dışına çıkan stüdyolarla çalışılmaz, bunun dışına çıkan stüdyolarla çalışan sanatçı da bu işi yapamaz duruma gelir; işte o zaman bu iş yola gelir.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER