Şehir markası olmanın ekonomik dinamikleri

Fikri Türkel Aydın ili, beyaz inciriyle biliniyor. Eğer "İncirin Başkenti" olmak başka bir şey, şehir marka algısını bunun üzerine konumlandırmak farklı bir şey. O tarihte 150 milyon dolar civarında olan bir ekonomik büyüklüğü olan bir sektörden bahsediyoruz. Üzerinde bolca tartışılması gerekiyor. Vali İrfan Balkanlıoğlu'nun davetiyle Ordu İline yaptığımız gezi boyunca, marka şehir uygulamaları aklıma geldi. Ordu örneğinden hareketle konuyu ele alma zorunluğunu hissettim. Malum önümüz seçim ve bütün milletvekili adayları, seçilme ihtimali olan şehirlerini dünya markası yapmak için meydana çıkmışlar. Aslında iddialı olmak önemlidir. Eğer şehri marka yapma konusunda iddiası olmayan bir belediye başkan adayı, milletvekili veya vali varsa, onun getirebileceği herhangi bir çözüm üretilemez. Şehriniz için bir slogan, bir cümle hatta bir kelime bulabiliyorsanız, kendinizi anlatma konusunda büyük adım atmışsınız demektir. Ordu için "Oksijenin Yurdu" sloganı ve O2 logo olarak seçilmiş. Bakın Amerika'da şehirler ve onları tanımlayan kelimeler nasıl? Arkansas: The Natural State (Doğal Ülke), California: Find Yourself Here (Burada kendini bulursun), Colorado: Fresh Air (Temiz Hava), Kansas: As Big As You Think ( Büyük Düşün), New Mexico: Land of Anchantment (Cazibe Ülkesi), North Dakota: Legendary (Efsanevi), Oregon: We Love Dreamers (Hayalperestleri Seviyoruz), Texas: It's Like a Whole Other Country (Hoşlanacağın Diğer Ülke), Utah: Live Elevated (Uzun Yaşamak), West Virginia: Wild and Wonderful (Vahşi ve Harika). Aslında cazip olan kelimeler kapışılıyor. İyi bir kelime bulmaktan daha önemli olan şehrin coğrafi ve üstün özellikleriyle anlam bütünlüğü sağlayabilen bir kelimenin tercih edilmesi şarttır. New York için ticaretten, yoğunluktan daha iyi kelime bulamadıkları için "I love NY" kelimesini seçiyorlar. Love kelimesinin kalp işareti olduğunu hatırlatayım. Brüksel AB'nin merkezi olması sebebiyle "Avrupa'nın Kalbi" sloganını seçiyor. Bu tür karakteristik özellikler bizde de vardır: "Yeşil Bursa" bunlardan biridir. Ancak, Bursa otomotiv sanayinde iddialı duruma geçince hızlı sanayileşme ve kapılanma sonucunda bu özelliğini kaybetme riskini taşımaya başladı. Bence büyükşehirlerden çok küçük şehirlerin böyle bir yarışta bulunması gerekiyor. Ilgaz Dağı, Murat Dağı, Bafa Gölü'nü şehrin markalaşmasına odak yapmaya çalışan bir gayret görmemek gerçekten üzücü. Çanakkale Şehitliği'ni görmek için milyonlar her yıl akın ediyor bu şehre. Peki, şehrin sahiplerinin sahiplendiğine dair tek bir girişim gördünüz mü? Yeni Zelanda ile tek ve en olumlu bağımız Çanakkale'dir. Avustralya için de benzer bağ kurulabilir. Benzer bir durum Sarıkamış'ta da var. Kars'ın temel sorununun vizyon olduğunu düşünüyorum. Yoksa marka kimliği oluşturmada kullanabilecekleri pek çok şey var. Türkiye'de Sinop en fazla merak edilen şehirlerden biridir. Bakir alanlarıyla, hapishanesiyle ve nükleer santral yapılacak olmasıyla görülmeye değer yerlerdendir. Art bölge ve ulaşım zorlukları sebebiyle de en az turist alan illerimizdendir. Aynı soruyu Artvin, Tunceli, Muğla, Çankırı için de sorabilirsiniz. Peki,  yeni vali veya belediye başkanı nasıl bir slogan seçerek insanları buraya getirmeyi düşünüyor? Türkiye'deki sorunlardan biri de şehir marka yönetiminin hangi yerel yönetimde olacağı tam belirlenmemiş. Her ne kadar bütçesi valide olmakla beraber, ortalama üç yıllık süreyle görev yapan bir yöneticinin kalıcı konumlamada başarılı olacağı tartışılabilir. Kapadokya mı Nevşehir'i taşıyor, Nevşehir mi Kapadokya'yı? Kapadokya'dan Kayseri, Konya, Aksaray, Niğde ne kadar faydalanıyor? Dahası Kapadokya'nın gölgesinde kalmamak için fazladan neler yapıyorlar? Erzurum, 2 bin metre üstünde bir yaşam sürdürüyor. Bu kadar yüksek rakımda kaç şehir vardır? Dezavantajlı gibi görünen bu özelliğini hiç kullanmayı düşündüler mi? Anzer balıyla ilgili bilgiler efsane boyutuna geldiyse; elinizde daha büyük bir fırsat yok demektir. Zaten ekonomik hacminin de, bunun üzerine konumlama yapmasına imkan verecek kadar değil. Ayrıca, Rize ve Artvin yaylalarında apiterapi yani arı ile tedavi merkezi kurulması için bir gayret duydunuz mu hiç? Bence dünyanın en önemli bal üretim merkezi Muş, Siirt, Van, Batman arasındaki havzadır. Hele Bahçesaray, 6 -7 ay dış dünyaya kapalı bir yer. Ama bal üretiminde gözde bir ilçemiz. Hiç olmazsa buraya böyle bir merkez yapılamaz mı? Her zaman olumsuzlukları avantaja çevirebilecek bir yol vardır. Kendinizi anlatmak için bir ikon veya obje seçmekle, ekonomik kalkınma için o unsuru kullanmayı karıştırmayalım. Akhisar’a Zeytin Hasadı Şenlikleri için gittiğimde, 1650 yaşında zeytin ağacının altında geçmişten geleceğe zihinsel bir yolculuk yaptım. Düşünün bu ağacın altından üç imparatorluğun mensupları geçti. Ağaç 50’ye yakın ayrı nesli gördü, hissetti… Dünyanın bilinen en eski ağacının dili olsa neler anlatır bize… Buyurun size güzel bir hikaye... Anlatacak bir hikayeniz varsa, marka olabilirsiniz. Ancak anlatmak istediğim biraz farklı bir şey. Buyurun sizi kendi zihinsel yolculuğuma davet ediyorum. İtalya’nın Toskana şehri üç üretim çeşidi ile öne çıkıyor: Zeytin, üzüm ve tütün… Şehir yaşam biçimi olarak da dünyada öncü şehirlerden biridir. Toskana tarzı evleri, slow food diye tanımlanan yemek tarzı ile dünyaya öncü olmuş bir şehir niteliğindedir. Üretim ile yaşam biçimleri de birbirini destekliyor. Buradan hareketle, "Akhisar Toskana olur" diyebilir miyiz? Akhisar, Türkiye'de ekonomik değer artışı ile marka algısını yükseltmeyi en iyi yöneten şehirlerin başında geliyor. Umarım, ekonomik fırsatlar algı değişimine sebep olmaz. Benim tavsiyem, Akhisar'ı uzun vadede "sıfır karbon" şehri haline dönüştürmek. Sıfır karbon deyince yeni nesil akımlardan bahsetmeden geçmeyeceğim. Zoru tercih eden bir tercih görmedim şimdiye kadar. Akıllı şehir, sıfır karbon şehri, sudaki ayak izini ölçen yönetim gibi küresel rekabet yönü olan özellikleri pek seçen yerel yönetici yok. Türkiye'de 9 ilçe Cittaslow yani sakin şehir statüsü kazandı. Ordu'nun Perşembe ilçesi de, Cittaslow olarak seçildi. Sakin şehir için üç ana kural var: Doğa ve kültür değerlerini koruyan, el işlerinden mutfağa geleneksel özelliklerini yaşatan, modern dünyanın hız saplantısına inat sakin kalmayı tercih eden. Sakin şehir özellikleri haliyle il merkezine ve komşu ilçelere de yansımalı. Bu sebeple "Yayla Turizmi" ve "Ekoturizm" potansiyeli görüyorum Ordu'da. Buradan hareketle birşeyi daha ele almak gerekiyor. Türkiye'de sanayinin olmadığı her şehir ekoturizm için adaylığını açıklıyor. Aynı şekilde "Gurme Turizmi" de çoğu ilin iştahını açıyor. Antakya, Gaziantep, Şanlıurfa, Konya gibi... Çevre, kültür, tarih ve yerel lezzetler yükselen bir grafik izliyor. Kastamonu da ekoturizm istiyor, Muğla da istiyor. Herkesin kendini tanımladığı birşey özellik olmaz. Bütün Karadeniz şehirleri yayla turizmi için öne çıkmış durumda. Mesela, Ordu iline önümüzdeki iki üç yıl içinde 1 milyon turist hedefleniyor. Özellikle Ordu - Giresun Havalimanı hizmete girince, büyük hareketlilik bekleniyor. Her şehir bir havaalanı istiyor. Unutmayalım ki Belçika'nın en fazla turist alan Brugge kendi tarihi kimliğini korumak ve şehrin sakinliğini devam ettirmek için havalimanı istemedi. İkinci beklenti ise, "Yeşil Yol" olarak adlandırılan ve yaylaları birbirine bağlayacak olan yeni bir yolun yapılması. Bir taraftan ekoturizmi istiyoruz, diğer taraftan çevreye zarar verecek projeleri sahipleniyoruz. Gelişmekte olan ülkeler kadar, şehirler de küresel oyuncu olmak istiyor. Sadece dünyadaki 1 milyar turiste ulaşmak değil, kendi değerlerini daha sağlıklı bir şekilde sunmakla da ilgilidir. Eğer paranız varsa Bakü'de olduğu gibi Zaha Hadid'e ilginç mimari değişiklikler yaptırabilir veya Dubai gibi Burç Halife gibi en yüksek binayı dikebilirsiniz. Seçimler yapılacak ve vaatlerin çoğu unutulacak. Kalıcı olmak istiyorsanız, şehrin dinamikleri ve özellikleri üzerine bir konumlandırma yapmak zorundayız.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER