Seçim kampanyalarının iki ayağı

  Türk halkı 1946’dan beri seçim, propaganda, kampanya vb. kelimeleri duymaya başladı. 1961- 1980 yılları arasında yapılan senato ara seçimlerini saymazsak, 1946’dan 1970’lerin sonlarına kadar bu kelimeleri üç-dört yılda bir duyardık. Son iki yılda ise günlük olarak kullandığımız ve duyduğumuz kelimeler arasına girdi. Tabii bu duruma son iki yıla sığdırılan seçimlerin çok ciddi etkisi var. Demokratikleşme sürecinin hızlanması ve benimsenmesi açısından da yararlı olduğunu düşünüyoruz. Bu kelimelerin anlamsal içerikleri, Türk halkının zihninde zamanla yerini bulmuş ve doğal kıvamına ulaşmıştı. Günümüzde ise sıkça kullanılır olmasına rağmen, doğallığını kaybetmiş, kıvamını yitirmiş, yapay ve seri üretim mahsulü sıradan bir şey halini almıştır. Seçim, propaganda ve kampanya kavramlarının içini dolduracak iki önemli kavramdan bahsetmek istiyoruz: Strateji ve ruh. STRATEJİ Dünyadaki birçok siyasal iletişimciler tarafından, siyasal iletişimcilerin pirlerinden biri olarak kabul edilen Sun Tzu’yu bu mertebeye çıkaran en büyük özelliği, strateji kavramını bu işin içine sokmuş olmasıdır. Yaklaşık 2500 yıl önce Wu Devleti’nde yaşamış olan askeri bilge Sun Tzu kazanmanın yolunun doğru stratejiden geçtiğini söyledi ve gösterdi. Dünyanın hiç bir yerinde bu tavsiyeyi geçersiz gören veya küçümseyen bir siyasal iletişimciyle karşılaşmadım. Sadece günümüz şartlarında uygulama şekli hakkındaki yorumlarla karşılaştım. Türkiye’de değil sadece seçim stratejilerinin öneminin kavranmasında, devlet yönetim sürecindeki stratejilerin belirlenmesinde bile hala zaman zaman karışıklıklar yaşanabiliyor. Çok partili dönemimize seçim kampanyalarını derinlemesine incelediğimiz zaman, bizim açımızdan iki önemli özellik dikkatimizi çekiyor. Bunlardan birincisi, bizim pasif süreç diye adlandırdığımız, seçim sathı mahline girilmeden önce muhtemel kampanyanın alt yapısı oluşturulmuyor, olumlu tutum edindirme tarzında düzenleme, organizasyon ve faaliyet pek görülmüyor. Bu da partileri kısa zamanda bütün işleri halletme telaşına düşürüyor. Bu telaş da karışıklıklara ve kazalara neden oluyor. İkincisi, yine çok partili döneme girdiğimiz 1946’dan beri, partiler, kampanya stratejilerini kendi yapacakları ve başarabileceklerini anlatarak oy alma yerine, rakip partilerin başarısızlıkları üzerine kurguluyorlar. Günümüzde de aynı şeylerin yapıldığını görüyoruz. Bu duruma uymayan iki istisnanın olduğunu söyleyebiliriz. 1983 seçimlerinde, özellikle Anavatan Partisi ve 2002’de AK Parti yapacakları üzerine odaklanılan bir seçim kampanyası stratejisi uyguladılar. Yedi Haziran 2015 seçim sonuçlarıyla Türkiye’de bir hükümet kurulamayınca, seçimin yenilenmesi kararı alındı. İşte tam bu sırada PKK terörü tekrar devreye sokuldu. Biz bunun da bir strateji olduğuna inanıyoruz. Fakat dışarıda ve yabancılar tarafından kurgulanan bir strateji. Kurgulanan bu stratejinin ikinci ayağını da Ankara’daki patlama oluşturdu. Peş peşe şehitler verildi, Ankara’da yüzden fazla ölü var. Bu durum da kampanya gündemini ciddi anlamda etkiledi. Yeni stratejiler, yeni söylemler geliştirmek gerekiyordu. Öyle de oldu. AK Parti, CHP ve MHP ülke bütünlüğünü öne çıkaran stratejiler geliştirdiler ve birbirlerinin yerine ikame edilebilecek sloganlar ürettiler. AK Parti ‘sen ben yok Türkiye var’, CHP ‘önce Türkiye’ ve MHP de ‘önce ülkem ve milletim’ dedi. HDP’nin ise sloganı biraz farklıydı; ‘inadına HDP, inadına barış.’ Burada HDP’nin ‘Ermenistan üzerindeki ekonomik ambargoyu kaldıracağız’ vaadi dikkatimizi çekti. Üç partinin sloganlarının anlam bakımından birbirine çok yakın olması öncelikleri açısından fazla farklarının olmadığını da gösteriyor. Bu, ufukta iktidar umudu pek görünmeyen partilerdeki tabanın/seçmenin iktidara daha yakın ve daha geniş kitlelere hitap eden partilere kayma sürecinde bir adım daha atıldığını söylemek mümkündür. Bizim liderlerimizin, geniş zaman dilimlerinde, strateji geliştirme konusunda hayli becerikli olduklarını söyleyebiliriz. Fakat ani olaylar karşısında birçoğunun bocaladığını hatta özgül ağırlıklarının düştüğünü görüyoruz. Bu konuda en mahirlerimizin Özal ve Erbakan olduğunu, dünya çapında ise Rusya lideri Putin başta olmak üzere, Kazakistan lideri Nazarbayev, Brezilya lideri Rousseff ve ABD eski başkanı Clinton’ın dikkat çektiğini söyleyebiliriz. RUH 1990’lı yıllardan başlayarak sonraki yıllarda yapılan seçim kampanyalarında bir yapaylık hissedilmeye başlandı. Bu yapaylık derecesi gitgide arttı. Çok güzel seçim afişleri, dünyada en iyiler arasına rahatlıkla girecek televizyon reklamları yapılıyor fakat, retorik var, ruh yok. Keşke her ikisi de birden olsa. Seçim kampanyalarında reklamların efektleriyle, görüntü kalitesiyle ve müziğiyle mükemmel reklamlar üretiyoruz. Ama hiç birinin etkisi ‘Yeter söz milletindir’ sloganı kadar değil. Hormonlu domates gibi bir şey bu. Vitamin ve mineral fakiri domates ile ruh yoksunu siyasal kampanya materyali ne kadar da birbirine benziyor. Tamamen doğal ortamda yetişen domatesin içinde vitamin ve mineralleri bolca bulabiliyorsunuz. Mesaja ruhun katılması: tutumları, değerleri, inançları ve beklentileri iç dünyanda yaşayarak vermek anlamına geliyor. Maksimum etkiyi ancak, içine ruhun katıldığı mesajlar sağlayabilir. Bu bir yerde, iç dünyaların duygusal reaksiyonlarının benzerliği oluyor. Ruhsuz mesajlar etkisiz mesajlardır.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER