Reklam Sanattan Rol Çalar

Reklamlar aslında ünlülülerin altında eziliyor ve pek çok müşteri bunun farkında değil. Falancanın oynadığı reklam deniyorsa sizin reklamınıza vah ki ne vah. Marka için çok vahim bir durum.  İş deneyimlerinden hayat felsefesine kadar geniş bir yelpazede gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbet sayesinde Günyol Bakoğlu’nu farklı yönleriyle tanıma şansımız oldu. Bakoğlu, gerçekte özgürlüğüne fazlasıyla düşkün, gezmeyi ve macerayı seven renkli bir karakter. Aynı zamanda fotoğrafla ilgileniyor, gezdiği ülkelerin en güzel manzara ve yerlerini Günyol Bakoğlu gözünden yakalıyor. Sektör adına keyifli bir sohbet geçirdiğimiz Bakoğlu hayatı renklendirerek kariyer yapmanın en güzel örneklerinden biri.       Biraz kendinizden bahseder misiniz? Konservatuar tiyatro mezunuyum. Akabinde 90’lı yılların başında yerli ve orijinal filmlere dublaj yaparak, radyo tiyatroları yaparak başladık. 90lı yılların sonunda hem oyunculuk yapıyordum hem dublaj yapıyordum. Daha sonra 2000 krizi şu bu derken, oyunculuk benden biraz uzaklaştı. Ben biraz özgürlüğüne düşkün ünlü olmayı da sevmeyen bir adamım. Dışarıda dolaşırken rahat olmak, kalabalıkların arasında kaybolmaktan hoşlanıyorum. Öyle olduğu için de hoşuma gitti dublaj işi. Kendi çapımda hayatımı da kazanıyordum, çorba kaynıyordu evde. Dolayısıyla dedim ben bu işte kalayım. Kalış o kalış. Yani 98-99’dan beri reklam sektöründeyim fazla da ayrılmadım.   İlk olarak sizi Seslendirme/Dublaj sektörüne girmek için ikna eden şey ne oldu?   Şöyle ki; dublaj aslında oyuncuların benim bu işe başladığım dönemde yan meslekleriydi. Biz tiyatrolarda oynardık dizilerde oynardık; bizim ustalarımız sadece tiyatroda oynardı. Dublaj da onların evlerine ekmek götürme yöntemleriydi. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde tiyatro sizi geçindirecek kadar iyi bir para kazandırmaz. Hasbelkader kazanırsınız. Biz de öğrenciydik, konservatuarda okuyorduk. O zaman iyi paralar kazanılıyordu bu meslekte. Çünkü iyi dublajcılar çok azdı, büyük bir kalabalık yoktu şimdi olduğu gibi. Gerçekten işinin ehli adamları vardı ve biz bu işi onlardan öğrendik. Sonra ben reklam sektörünü gözlemledim ve burada olmalıyım, burada yürümeliyim dedim. Keyif aldığım bir işti. Öyle gitti süreç.   Aynı zamanda oyunculuk deneyiminiz de var. Bu iki mesleğin birbirine olan artıları ve eksileri neler? Açıkçası çok etraflı bir konu bu ama kısaca söylemek gerekirse şöyle; bir "tiyatro oyuncusu"-bir sinema yahut dizi oyuncusundan bahsetmiyorum, söylediği sözün arkasında durmak, söylediği söze hakim olmak zorundadır. Sesiyle, tonlamasıyla boğumlanmasıyla seyirciyle birebir iletişim içindedir. Dolayısıyla bir şeyi anlatırken bunu seyirciye anlatması seyirciyle paylaşması gerekir, bu bir hitabettir. Bu iş de öyle. Yani ben oraya girdiğimde sadece seslendirme, mikrofona dair bir şey yapmıyorum. Orda ortalama 5 tane daha adam var. Onları da ikna etmek zorundayım yaptığım işle ilgili olarak. Yani bu adam gelip bana bir metin veriyor bu metinde kendinin, olması gerektiğini düşündüğü işle ilgili bir fikri var. Onun, söylediği fikri kitlelere benim doğru bir şekilde aktaracağımdan emin olması lazım. Dolayısıyla bu bir çeşit tiyatro zaten onun dışında boğumlanma, sesi kullanma, karakter oluşturma bunların hepsi zaten oyunculuk. Zaten şu anda oyuncular sendikası dublaj yapanları “mikrofon oyuncuları” olarak tanımlıyor dolayısıyla çok fazla bağlantılı.   Beko, Cornetto, Schweppes, THY, Samsung gibi birçok ünlü markaya ses verdiniz. Sizce bu markaların kendine ses olarak sizi seçmesindeki en önemli etken nedir?   Bunun bir sürü eleği var açıkçası. Bir kere beni tanıyorlardı bu 1. faktör. Yani siz bilmediğiniz birini seçemezsiniz. Risk almak reklamda zor bir iş, çünkü bir marka sadece bir kaç kişinin ağzından çıkan sözlerle değil, yapım aşamasından ajansa, ajanstan müşteriye kadar ciddi fazla elekten geçer. Bu sürecin hepsi de para demektir. Geri dönen bir iş çok ciddi zaman kaybettirir. Diğer bir etken; çünkü işimi iyi yapıyorum. Beni tanımalarının da sebebi biraz oydu. Bazen de bu bir şanstır. Yani bir deneyelim derler, acaba olur mu derler. Benim gibi belli başlı sadece reklam sektöründe ilerleyen insanlarda bu tip denemeler pek yoktur aslında. Onlar bilirler ki Günyol bu işin altından kalkar. Tek sorun şudur;  eğer çok güçlü çok yaygın bir markaysa piyasada aynı sektörde başka konuştuğu bir şey olmasın diye bakarlar onunla özdeşleşmiş olmasın diye bakarlar.   Markaların marka sesini kısa sürede değiştirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu duygusal bir iş değil bu business. Dolayısıyla markalar sesini kısa sürede değiştirebilirler. Ne düşündüklerini gerçekten bilemem ama ben bunca yıldır -20 senedir- bu sektörde çalışan insanları tanıyorum. Türkiye’de medeni- batılı ülkelerdeki gibi bir reklam sektörü yok. Dolayısıyla o kadar büyük muhteşem stratejiler dönmüyor. Belli başlı bir kaç marka o medeniyet ölçüleri o evrensel şartlarla çalışıyor. Ama çoğu zaten el yordamıyla gidiyor, körlemesine. Bir çok marka biliyorum burada adını veremeyeceğim yani gerçekten bizim bakkal kadar kendi markasından bihaber.   Beko’yla uzun süren birlikteliğinizin markaya olan katkısı sizce nedir?  Ben aslında işin o tarafında değilim ama kendi adıma söylemem gerekirse; televizyonu açtığınızda benim sesimi duyduğunuzda  -çünkü ben Beko’ya özel bir ton yapıyordum diğer markalara öyle konuşmuyordum- onun Beko olduğunu biliyorsunuz. E bir reklam başka ne istiyor ki zaten. Bilinirlik değil mi markanın temel problemi. Bilinirlik ve seçilme durumu. Yani siz sokakta yürürken veya evinizde ihtiyacınız olduğunda aklınıza ilk ne geliyor? Aklınıza ilk gelen marka bu yarışı kazanmış demektir.   Başka markaların sesi olmanıza engel oldu mu? Tabi ki oldu. Ben başka hiçbir beyaz eşya markası konuşamadım. Üstelik Türkiye’de şöyle bir problem var; ben Beko ile 15 yıl çalıştım, bu bir Türkiye rekoru ve sözleşmemiz yoktu. Bir aşk ilişkisi yaşadık resmen. Aslında iş dünyasında böyle şeyler yaşanmaz. Hani evlilik falan diyorlar; evet evlilik böyle bir şey zaten ama biz evlilik yaşamadık, evlenemedik. Beko’yla flört ettik. 15 sene flörtten sonra ayrıldık.   Müşteriyle seslendirdiğiniz markanın ses karakterini oluşturma konusunda nasıl bir çalışma yapıyorsunuz? Mutlaka çalışmamız oluyor. Şöyle bir şey; metin kendini anlatır. Bir metnin okunma stili vardır. Ancak oradaki metin yazarı olabilir, ajanstan gelmiş bir kreatif direktör olabilir -ki artık bitti kreatif direktörler görünmeseler de stüdyolarda- prodüksiyon ayağından bu işin yönetmeni olabilir -yönetmenler bu konuda hak sahibidir reklam işinde- onların farklı istekleri olabilir. Bunun göründüğü gibi okunmasını istemiyorum veya farklı olmak istiyoruz, istemiyoruz diyebilirler. Mutlaka aramızda bir fikir teatisi oluyor, konuşuyoruz. Genel olarak duygulardan bahsediyoruz aslında. 20 senelik dublajcıya  teknik bir şey söyleyemezler zaten. Onlar bana sadece gidilecek noktayı gösteriyorlar nereye gideceğimi biliyorum ama hangi yoldan gideceğimi ben seçiyorum. Genel olarak bütün reklam verenlerin reklam tarzı; markalarının güvenilir olmasını isterler. İşte ben orda devreye giriyorum. Benim sesimin tonunda babacan bir tavır var bu da onların işine geliyor.   Marka sesi olarak, seslendirmenin tüketiciler üzerinde ne gibi etkileri olduğunu düşünüyorsunuz? Türkiye’de son 10 yıldaki reklamın aşağı yönlü gidişini göz ardı edersek, aslında iyi reklam bir marka için çok değerli bir şey. Türkiye'de  siyasi ekonomik fiziksel şartlar altında elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ama sen bir müşteri olarak bunu yeteri kadar umursamıyorsan tüketici hiç umursamaz. Örneğin; Scheweppes’te bir kaplanı konuştum ve o kaplan Scheweppes için çok önemli bir imajdı. Scheweppes’in mutlaka satışına, algısına çok ciddi bir katkısı olmuştur ama ben tek başıma değildim orda, bir bütün olarak değerlendirilmeli. Bugün zaten dünyada reklam dublajı eski o şaşaalı günlerinde değil. Mesela Apple’ın neredeyse hiçbir reklamında - zaten fazla reklam vermez Apple- dublaj, pack shot duymazsınız. Bu farklı bir tarzdır. Çünkü sıradan olan arka arkaya 8 tane reklam verip 8 tane reklamın da aynı tonu ve belli giriş gelişme sonuç şeklinde oluşan bir yapısı varsa; bu ne oluyor? Kulağınızda sadece o çınlıyor, siz hangi marka hangi reklam olduğunu hiç fark etmiyorsunuz. Asıl problem o. Özen gösterilmediği zaman o da tıpkı bir evcil hayvan gibi ölüveriyor.   Okan Bayülgen Genç Turkcell sesiyken bir anda ajans değiştirdi ve Avea sesi oldu. Tüketici başlarda reklamı duyduğunda onu hala Genç Turkcell reklamı zannediyordu Avea yazısı çıkana kadar. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Ünlü sesler farklı bir konu. Ünlü ses denilen hikâye dünyada çok özel durumlarda kullanılır aslında. Türkiye’deki kullanılış sebebi şudur; müşteriyi ikna etmek. Çünkü müşteri boynu kıldan incedir. Karşısına bir ünlü çıkarttığınız zaman kişisel olarak ona hayran olabilir, takipçisi olabilir, fanı olabilir. O’nun ciddi bir hayranı olduğu için inatla dublajcıyla yemeğe gitmek isteyen müşteri gördüm. Dolayısıyla O bir stratejik hamledir ama biz bugün çok kolay unutan bir milletiz, hızlı bir şekilde kaybolup gider. Şu anda artık Avea ile özdeşleşti ama dediğim gibi Türkiye’de ünlü ve ünlü ses kullanımı lüzumsuz fakat çok fazla yapılan bir şeydir. Reklamlar aslında ünlülerin altında eziliyor ve pek çok müşteri bunun farkında değil. Falancanın oynadığı reklam deniyorsa sizin reklamınıza vah ki ne vah. Marka için çok vahim bir durum.   Reklam, animasyon seslendirmeleri, film dublajları yapıyorsunuz. Bu alanlarda seslendirme açısından ne gibi farklılıklar var? Hangi alan daha zor, hangi alanı daha çok seviyorsunuz? Çok farklılık var ama bir yandan her şey aynı. Dublaj çok parçalı bir iş. Dublajın bir sürü modeli var. Orijinal dublaj dediğimiz; animasyonlar şunlar bunlar da işin içine girer ya da televizyonlarda seyrettiğiniz korkunç filmler… Reklam belgesel gibidir biraz çünkü %90ında ağız oturtmanız gerekmez, bir şey anlatmanız gerekir ama o bir şeyi bir oyuncu kıvraklığıyla satmanız gerekir bu bir satıcılık işidir. Ben hep şunu söylerim; "Reklam sanattan rol çalar". Bana sorarsanız reklam bir sanat mıdır? Değildir bence öbür tarafına bakarsanız sanattır belki ama bana göre reklam dublajı bir sanat değildir. Dublaj bir icra işidir, oyunculuk gibi. Çünkü batıya gittiğiniz zaman oyunculuk yapanlar bu işin niteliğini kalitesini sadece nasıl tanımladığınıza göre belirlemezler. Reklam bir act işidir. Biz; icracıyız. Bizim elimizde bir metin var yahut bir nota var onu söylüyoruz ama geri kalanı yorum. Benim illa sanatçı olmam bir şeyler yaratmam falan gerekmiyor, öyle bir durum yok. Zaten görüyorsunuz öyle değil, yoktan var edemem ama besteci olmayan bir notayı yazıyor o yazdıktan sonra o nota var oluyor. Ben sadece notayı okuyorum.   Başarılı bulduğunuz seslendirme yapan isimler kimler? Benim başarılı bulduğum adamların pek çoğu öldü. Yani ben ustalarımın hayranıyım ama benim dönemdaşım olarak iyi bulduğum birkaç isim de var tabi. Ancak kendim de dahil eski duayenlerin tadını bulamıyorum.   Türkiye’deki dublaj/ seslendirme sektörü hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelişmesi için neler yapılabilir? Sektörün geleceği hakkında neler söylemek istersiniz? Türkiye'nin seslendirme sektörü Türkiye'nin sanat camiasından ayrı değerlendirilemez. Eskiden bu işi yapan adamların %80-90’ı tiyatroya çıkan aktif oyunculardı. O yüzden bu adamlara bir şey demek haddinize düşmez artı bir işin bedeli 10 liraysa bize 5 liraya yap derseniz "yok kardeşim" der, sahnelerine dönerlerdi. Bugün sadece seslendirmeden para kazanan bir sürü genç çocuk var bu camiada. Ve bir takım hayaller kurmuşlar; seslendirmenin çok ünlü bir dünya olduğunu zannediyorlar ama öyle değil. Şöyle bir gerçek var, bugünkü Türkiye'nin oyunculuk sektöründe de aynı şey geçerli; siz tek başınıza reytingseniz siz vazgeçilmezsiniz. Değilseniz her zaman harcanabilirsiniz. Dublajcıyı düşünün tamamen harcanabilir, görünmüyor çünkü. Şu kesin bir gerçek artık bütün dünyanın gördüğünü Türkiye'deki müşteriler, Türkiye'deki üreticiler, patronlar da görmek zorunda. İnternet mecrasına kayıyor bütün dünya. Televizyon ufak bir dünya ve bizim ülkemizde bile -ki Asya'da sosyal olarak daha aşağı gördüğümüz birçok ülkede internet ve bilgisayar kullanıcısı bizim 2-3 katımız. Ona rağmen Türkiye’de 10-20 milyon arası insan internette ve bunlar özellikle tüketecek, 20-30 yaş arası insanlar. Dolayısıyla gelecek internette, dublaj da internette. Artık internete giriyorsunuz dergiler var. Ben bir kere dergide sesimle karşılaştım. - Tabi bizim haberimiz yoktu, hemen müşteriye haber verdik- dergide bir reklam yapmışım. Medya, sosyal medya çok değişti artık Youtube diye bir şey var. Artık biz sözleşmelerimize internet maddesini 1. madde olarak koyuyoruz. Ben şöyle bir tartışmaya girmiştim bundan 10 sene önceydi: Adam bana "internet işi biraz indirim yapabilir misiniz?" demişti. Ben dedim ki beyefendi internet dediniz... Google’ın geçen seneki hasılatı 73 milyar siz hangi indirimden bahsediyorsunuz? Hala Türkiye'deki müşterilerin -iyi niyetli söyleyeyim- %70 i internetin farkında değil.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER