Okurun Koltuğa Geçtiği Kolektif Bir Ekip!
GQ Türkiye, “GQ’ya yeni bir gözle bak” dediği bu yeni döneminde, iklim aktivistinden çizerlere, yoga hocasından botanik uzmanına birbirinden farklı alanlardaki uzmanlardan oluşturduğu komüniteyle yayıncılık çizgisini yeniden şekillendiriyor.
Elif Tütüncü
8 yıldır erkek dünyasının nabzını tutan GQ Türkiye, dergi okurlarının teknoloji ve moda gibi hızla günümüz trendlerine evrilmesinden ilham alarak kendisi üzerinde de birtakım değişiklikler gerçekleştiriyor. Marka “GQ’ya yeni bir gözle bak” dediği bu yeni döneminde, iklim aktivistinden çizerlere, yoga hocasından botanik uzmanına birbirinden farklı alanlardaki uzmanlardan oluşturduğu komüniteyle yayıncılık çizgisini yeniden şekillendiriyor.
Biraz geçmişe giderek başlayalım. GQ Türkiye 8 yıllık bir yayın hayatına sahip. Bu dönemin başından şimdiye kadarki sürece baktığınızda GQ Türkiye nasıl bir değişim geçirdi Türkiye’deki yayın hayatı boyunca? Marka kimliğinizin kırılma noktalarını ve geçirdiği değişimleri anlatabilir misiniz?
GQ, dünyada 20 farklı edisyonu bulunan dünyanın en çok satan erkek dergisi. Bazı edisyonlar diğerlerine nazaran daha entelektüel ve düşünceli; bazılarıysa ağırlıklı stil, alışveriş ve popüler kültür rehberi tadında. Sonuçta beslenilen kaynak aynı.
Markanın bir ‘DNA’sı bir de ‘gizli sos’u var. DNA’sı kişilerden bağımsız bir olgu. Kuruluşundan bugüne, yolda topladıkları ve üzerine yapışanlarla, zaman içinde değişiklik gösterse de temelleri sağlamsa, çok da değişmiyor markanın karakteri. ‘Gizli sos’ ise o edisyonu hazırlayan ekibe liderlik eden kişiden geliyor. Her yayın yönetmeni, bu görevi devraldığında marka DNA’sının üzerine tarifi onda saklı gizli sosu serpiştiriyor. Sos bu; kimisine fazla tatlı kimisine acı gelir. Damak tadı meselesi.
Benimle beraber GQ’nun beşinci yayın yönetmeni donemi başladı. Bu, beş farklı dönem gibi gözükse de ben üç kırılma noktası görüyorum. Mirgün (Cabas)’ün kurucu yayın yönetmen görevini bırakması, bir; Zeynep (Üner)’in önderliğinde, derginin aylık periyoddan üç aylık yayına geçmesiyle kulvar değiştirmesi, iki. Bu yaz piyasaya çıkan relansman sayısıyla beraber kendini yeniden tanımlaması, üç.
GQ Türkiye olarak “GQ’ya yeni bir gözle bak” dediğiniz yeni bir döneme girdiniz. Nasıl bir değişim söz konusu? Bu değişiminin sebepleri neler oldu? Neden böyle bir değişime ihtiyaç duydunuz?
Özür dilemesini bilen ve bilmiyorsa da öğrenmeye çalışan, top peşinde koştururken bir yandan hayati meselelere de kafa yoran, iş hayatında yaşa takılmadan kimden ne öğreneceğine bakan, başına her ne geldiyse bunun sebebini önce kendi seçimlerinde arayan, gezegenine sahip çıkan, neyi ne kadar tüketmesi gerektiğini sorgulayan, hayatı zıt renkleriyle olduğu gibi kabul eden, sıradanlığın gizli gücüne inanan, ‘doğa’nın doğasını bozmadan yaşayan, modada giyiminde kuşamında mutfağında hayatın her alanında şekilcilikten uzak bir GQ erkeği çıktı, bizim değişim sürecinden. Çünkü toplumun böyle erkeklere ihtiyacı var. Bu tanımın tam tersinde duran erkekleri etrafımızda, televizyonda izliyoruz. Zararları sadece kendilerine değil. Yayın türü ya da uzmanlık alanı ne olursa olsun, medya okurun bir adım ötesinde olmalı.
GQ Türkiye’yi 3 kelime ile tanımlayacak olursanız, nasıl ifade edersiniz?
Eşitçi, doğal ve dengeli.
GQ Türkiye’yi bu alanda faaliyet gösteren diğer yayınlardan ve platformlardan ayıran yönleri ne?
En önemli fark, önceliği okura veren komünite odaklı yayıncılığın bir ürünü olması. Bu da şu demek: Dergiyi, bir yayın yönetmeni, birkaç editör, yazar ve o sayılığına katkıda bulunan bir avuç insanla hazırlamak yerine bir komünite yarattık. Akademisyeni, iklim aktivisti, yoga hocası, botanik uzmanı, gif ustası, yazarı, çizeri, yönetmeni, moda danışmanları… Yaklaşık 60 kişiden oluşan çekirdek topluluğu var. Kimisi yakından tanıdığım, kimisi zamanında birlikte çalıştığım, bir kısmi da hiç tanışmama rağmen üretimini yıllardır uzaktan hasetle takip ettiğim isimlerden oluşuyor bu topluluk. Bu görevi devraldığımda, hayalimdeki yayıncılığı tasarlarken, hepsinin yüzü canlandı önümde. Neredeyse hiç fire vermeden hepsi bu topluluğun bir üyesi oldu. Kapak fotoğrafından o sayının temasına, tanıtım stratejisinden çetrefilli gözüken bir konuyu nasıl işleyeceğimize dair çoğu mühim kararı Zoom üzerinden tartışarak hatta oylayarak karar verdik. Herkes hem yayın yönetmenliği hem stajyerlik yaptı. Konusuna göre ufak gruplara böldüğümüz haftalık toplantılarımız da oluyor aylık genel buluşmalarımızda. Herkesin uzman olduğu bir konuda mini seminer vereceği, zaman zaman dışarıdan konuk konuşmacının da olacağı, ileride okurlara da erişim sağlamayı hayal ettiğim konu toplantılarımız oluyor.
Niyet, sadece stil ve moda odaklı bir erkek dergisini yeniden tasarlamak değil; multimedya hikâye anlatım teknikleriyle bugünle uyumlu, okurla iletişim hâlinde bir yayıncılık yapmak. Hepimiz tüketici olarak aldık başımızı gittik, teknoloji kurdu olduk, tüm alışkanlıklarımız ve ritüellerimiz tamamen değişti. Medyada birçok marka ve kurum, biz tüketicilerin hızına yetişemedi. Hiçbirimiz 10 yıl önceki dergi okurları değiliz artık.
Dergiciliği, bizim olduğumuz yere çekmeye çalışıyoruz. İlk 4 ayda bir relansman sayısı, GQ Türkiye orijinali 2 YouTube serisi, 5 farklı podcast serisi ürettik. “GQ Cuma”, “GQ Denge” ve “GQ Günlük” olmak üzere 3 newsletter ürünü yolda. Ana akım sosyal medya kanalları dışında, Telegram, Slack ve Linkedln gibi alternatif sosyal medya ve iletişim kanalları üzerinden okurla direkt diyalog kurmaya başladık. Okur odaklı yayıncılık, üretimin öncesi, sırası ve sonrası okurla iletişim halinde olmayı gerektiriyor. Multimedya öncelikli olmanın sonucu, kapak konusuyla ilgili sadece yazı, fotoğraf ve video değil, gif, sticker ve benzeri formlar da üretiyoruz. Giphy.com’da resmi hesabı bile var GQ Türkiye’nin!
Peki yine aynı yayın hayatını göz önünde bulunduracak olursak, Türk erkeği son 8 yıl boyunca nasıl bir değişim geçirdi?
2012’de dergi ilk piyasaya çıktığında, “bildiğini okuyan erkeklerin dergisi” sloganı kullanılmıştı. Sene oldu 2020… Erkek hâlâ bildiğini okumaya devam ediyorsa, duvara toslaması yakındır.
Bu dönem içinde maskülenliğin ve erkekliğin tanımı sorgulanmaya başlandı. “Toxic masculinity” kavramı daha çok konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Fiziksel güç, yüksek kariyer, güç ya da para üzerinden tanımlanmıyor artık erkeklik. Yaşım 33… Son 8 senedeki değişimi kendimden ve çevremden örneklerle şöyle açıklayabilirim: Hayat hikâyesiyle gurur duymak istiyor erkekler. Çok başarılı, çok zengin, çok güçlü, çok yakışıklı olmak değil artık mesele. Uğruna kan, ter döktüğün bir tutkun ya da gayen var mı hayatta ve bununla ilgili şu ana kadar ne yaptın…
Kaç tip “Türk erkeği” profili var? Kullandığı markalar erkekleri tanımlıyor mu yoksa tanımlamamasına rağmen böyle bir imaj yaratmaya çalışma davranışı mı mevcut?
Kullandığı markalar üzerinden kendini tanımlamaya çalışan erkekler, iyice komedi dizilerinde üzerinde şipşak yazılmış, anlık güldürü amaçlı, tek boyutlu karakterle dönüştü. Marka aktivizmi diye bir gerçek var ki artık en logosuyla meşhur markalar bile şimdi o logoyu neresine saklayacağını şaşırdı. “Marka giyinmemek” yeni “marka” oldu. Bebek’teki mekânda takılan erkek şu marka saat takar, filanca mağazadan giyinir gibi kalıpların hâlâ geçerli olduğuna inanmıyorum. En fazla iki tip profilden bahsedebiliriz. Sırf öyle yapması gerektiğini düşünüyor diye öyle yapan ve ona göre yaşayan ve tüketen, bir de içinden geldiği gibi alan, giyinen, yaşayan.
Muhtemelen hatırlarsınız, bundan yaklaşık 10 sene öncesinde bakımlı erkekler “metroseksüel” şeklinde tanımlanıyordu. N’oldu metroseksüel erkeklere? Erkek bakımı normalize edildi ve böyle bir tanımlama ortadan kalktı mı yoksa hâlâ bu tabirle ifade edilebilecek bir kitle mevcut mu?
O dönem işin süsüne, paketine takıldık. “Seksi” bir laf, karikatürize etmeye de çok yatkın, azıcık suyunu çıkardık. Aslında başka bir değişim yaşandı orada.
Dönemin erkeği, babasından dayısından ataerkil aile yapısından çekinip de yapamadığı, daha çok kadınlarla özdeşleşmiş süsüne, püsüne, üstüne, başına, cildine özel ilgi, zaman ve para harcama cesaretini gösterdi. Zaman içinde “metroseksüel” bulunan kimi davranışların artık sıradan ve olağan kabul edilmesi, maskülenlik ve maçoluk baskısıyla yetişen erkekleri az da olsa rahatlatmıştır. Süsüne, bakımına düşkün olmanın cinsiyeti olmamalı; herkesin hissettiğini yaşamalı. Bunun ölçüsünü kaçırıp, saçına, başına, tırnağına gereğinden fazla önem atfederek kendi kendini karikatürize edenler de olmuştur tabii o dönem. Aynı arkadaş şimdi de “içsel yolcuğunun” suyunu çıkarıyordur bir güzel. Meditasyondan, yogadan ayağı yere basamıyordur. Arada asabi veganlığı da tutuyordur.
Erkeklerin stil dünyası da tıpkı kadınlarda olduğu gibi hızla evriliyor ancak benim gözlemlediğim kadarıyla trendler kadınlardakine oranla daha yavaş değişim gösteriyor. GQ Türkiye’nin kurucu ekibinden yer almanızdan bu yana, -kişisel gözleminize dayanarak- en ilginç bulduğunuz erkek trendleri nelerdi?
İlginç demeyeyim de bir an önce bitmesini dilediğim meraklar oldu. Aşırı dar pantolon ve asimetrik kesimli, dize kadar uzanan tişört sevdası, bunların başında gelir. Şükür o günler de geçti. Ne badireler atlattık! Vücut yapına göre giyin bilgisinin, erkek dünyasıyla henüz paylaşılmadığını düşünüyorum bazen.
Kadınların stil dünyası daha hızlı ve değişime açık çünkü kadınlar modayı daha iyi taşıyor, kendi tarzına göre yorumlayabiliyor. Tarz dediğimiz olgu biraz da biraz karakter meselesi. Stil ve tarz kişinin kendisini keşfetmesi ve daha yakından tanımasıyla oluşan kavramlar. Kadın sürekli kendini kurcalama halinde. İç kazısı, kendini sorgulaması bitmiyor. Kendini tekrar tekrar keşfettikçe ve yeniledikçe bu değişim stiline de yansıyor.
Erkek, ağırlıklı “böyle gelmiş böyle gider”ci. Bu dolabına da yansıyor. Çoğu kıyafeti hep aynıdır. Tarzı kolay kolay değişmez.
Son olarak, şimdinin belirgin olan erkek stilleri/tarzları hangileri? Yurt dışındaki trendlerle ülkemizdekileri kıyaslayacak olursanız neler söyleyebilirsiniz?
Kırışık yüzeyler, solmuş ve batık dokular, dağınık bırakılmış kombinler, erkek stilini belirliyor şimdi. Hoş, pandemi tüm trendleri sildi süpürdü. Bana kalırsa, modada asıl trend gerçeklik, doğallık ve sürdürebilirlik. Tüketici, satın alacağı bir ürünün sezon trendine uygun olup olmadığına değil arkasındaki hikâyeye bakıyor. Bu erkek dünyası için de geçerli. Koleksiyonlar, git gide daha yoğun bir şekilde politik, sosyal ve kültürel tortunun toplamını sunmaya başladı.
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok