Öykü Anlatmayı Biliyor Musunuz?

Temel Aksoy Öykülerin bizim hayatımızdaki önemini, nerelerde kullanıldığını, neden bu kadar güçlü bir ikna yöntemi olduğunu anlatmak istiyorum. Öyküler çok boyutlu, çok katmanlı, çok zevkli bir konu. Siyasetten iş dünyasına, özel hayatımızdan sinemaya kadar uzanan çok renkli ve eğlenceli bir alan, umarım ilginizi çeker.   Düşünün ki çok yoğun bir stres içindesiniz. Kalbiniz küt küt atıyor, nabzınız yüksek. Bir türlü rahat edemiyorsunuz. Boşa koyuyorsunuz dolmuyor. Doluya koyuyorsunuz almıyor. İşinin ehli olan bir doktora başvuruyorsunuz. Sizi yoğun bir dikkatle dinliyor.  Tamam diyorsunuz şimdi derdime derman olacak. Bana en iyi tedaviyi önerecek. Yüzünüze bakıyor ve size diyor ki: “Sizin yanlışınız, nefes almasını  bilmiyor olmanız. Nefes almasını öğrenmeniz lazım.” Nasıl yani? Çözüm bu mu? Bu kadar basit mi? Bunu yaparsam derdim hallolacak mı?   Ya da uyku girmiyor gözünüze. Sağa dönüyorsunuz, sola dönüyorsunuz. Her gece aynı şey tekrar ediyor. Bir türlü uyuyamıyorsunuz.  Çok modern bir klinikte, meşhur bir uyku uzmanına başvuruyorsunuz. Sizi muayene edip, sorular sorup, uzun uzun dinledikten sonra, akşam yemeklerini erken ve hafif yemenizi, üzerine açık havada yürüyüş yapmanızı, geceleri yatmadan önce taze demlenmiş ıhlamur içmenizi öneriyor. Çözümün son derece basit ve hemen uygulayabileceğinizi söylüyor. Siz buna fena halde şaşırıyorsunuz...   Bu tarz örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Hayatta karmaşık sandığımız birçok sorunun çözümü bizim inanamayacağımız kadar basittir. Aslında çocukken bizim için son derece yalın olan hayatı, büyürken biz karmaşıklaştırırız. Çocukluktan yetişkinliğe geçerken kendimiz yaratırız birçok sorunu.   Neden her şeyi büyütüyoruz, hiç sorun olmaması gereken şeyleri sorun haline getiriyoruz? Kolayca çözebileceğimiz sorunları bile içinden çıkılmaz kılıyoruz.  Hayata çocukluğumuzdaki gibi önyargısız ve öfkesiz gözlerle bakmayı yeniden öğrenebilsek ne çok yol kat ederdik kim bilir?   Ben yaptığım meslekten ötürü insanların nasıl karar aldıklarına, nasıl ikna olduklarına, fikirlerini nasıl değiştirdiklerine hep çok ilgi duydum. Sadece iş hayatında tanıdığım yöneticilerin değil arkadaşlarımın, yakın çevremdeki insanların nasıl ikna olduklarını da merak ettim. Çünkü bence hayatın bütün yönlerinde ikna etmek son derece önemlidir. Hepimiz her gün birilerini ikna etmek gibi bir yükümlülükle karşılaşırız. Sadece iletişimle ilgili meslekler değil, siyaset, iş hayatı ve özel ilişkilerimiz de “ikna etmek” üzerine kuruludur.   Bu konuda pek çok psikoloji kitabı okudum. Vücut dilinin ve ses tonunun iletişimdeki önemini anladım. İnsanlarla iletişimin, empati kurulmadan yapılamayacağını öğrendim. NLP öğrendim; NLP’nin insanları anlamada ve onlarla iletişim kurmada ne kadar yararlı olduğunu anladım.   Uzun yıllar boyunca insanları etkilemenin (ikna etmenin) bilimsel bir iş olduğunu, bunu ancak işin uzmanlarının yapacağını düşündüm ve ben de bu uzmanlığın inceliklerini öğrenmeye, bu konuda ustalaşmaya çalıştım. Doğru bir yolda emin adımlarla ilerliyordum. Ta ki bir gün bir arkadaşım bana insanları ikna etmenin en kısa yolunun onlara öykü anlatmak olduğunu söyleyene kadar…   Hayatıma giren bu yeni öğretiyi şaşkınlıkla karşıladım. Uykusuzluğu ıhlamurla tedavi etmeye benziyordu ya da stresle baş etmek için nefes almasını öğrenmeye.     Kim inanırdı ki böyle bir yönteme? Fakat ben de ikna oldum ki öykü anlatmak insanları etkilemenin en güçlü yöntemiymiş. İster patronunuzu ister sevgilinizi; ister anne-babanızı ister çocuğunuzu; ister bir kişiyi ister bir gurubu ya da bir milletin tamamını ikna etmek isteyin, yapmanız gereken kendi fikrinizi yansıtan “öyküyü” anlatmaktır.   Peki, nasıl bir öykü anlatmak gerekir? Bizim bildiğimiz öyküleri anlatmak gerekir: Bilgelik hikâyeleri, gerçek hayatta karşılaştığımız anekdotlar, tanınmış ya da tanınmamış insanların hayat hikâyeleri, sufi hikâyeleri, mitolojik öyküler, belki Nasrettin Hoca belki Ezop hikâyeleri. İster ortaçağda kaleme alınmış Şehrazad’ın hükümdar kocası Şehriyar’a anlattığı hikâyelerden oluşan Binbir Gece Masallarından bir masal, ister Mem-ü Zin destanından, ister Homeros’un İliada ve Odysseia destanından… Ya da kendi hayal gücünüzün ürünü, her günkü deneyimlerimizin arkasında yatan, hayata bakışınızı ve temel değerlerimizi yansıtan öyküler.   Hepimizin bu hayatta en çok bildiği konuların başında öyküler, masallar gelir. Kulağımız ve kalbimiz öykülere hep açıktır. Biz, iyiyi ve kötüyü annemizden, babamızdan dinlediğimiz masallardan öğrendik. Bu masallar bize dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğretti: Kahramanları ve hainleri; doğrunun ve yanlışın ne olduğunu öğrendik. Fakirliği ve zenginliği tanıdık. Çaresizlik diye bir şey olmadığını, içimizdeki kahramanı çıkartacak gücün kendimizde olduğunu yine öykülerden, masallardan, destanlardan, halk hikâyelerinden öğrendik.   Masallar sayesinde zorluklarla başa çıkmayı öğrendik. İçimizdeki umudu, masallar sayesinde koruduk. En zorda kaldığımız anlarda, masal dünyasında kendimize en yakın bulduğumuz kahramandan güç aldık.   Öyküler ve masallar gerçek insanların dilidir ve her durumda en güçlü dersleri içerir.  Gerek öyküler gerekse masallar –eğer iyi anlatılırsa- her koşulda müthiş bir etki gücüne sahiptir. Öyle ki, öyküler de masallar da dünyanın kaderini değiştirme gücüne sahiptir.   Yaradılış hikâyeleri hemen her din ve kültürde mevcuttur ve bize nereden geldiğimizi ve nereye gitmekte olduğumuzu anlatır.   Dönüşüm hikâyeleri, sadece kurbağa olan prensler, ya da prens olan kurbağaların hikâyeleri değildir, hangi durumda anlatılırsa anlatılsın kadim dersler içerir.   Mitolojik öyküler hırs, şehvet, kıskançlık, kurnazlık, ölüm ve ölümsüzlük üzerinedir. İnsanı insan yapan bütün duygular, mitolojilerde tanrılar üzerinden anlatılır.   Halk hikâyeleri, bir toplumun değerlerini, inançlarını, korkularını ve umutlarını; ölüm, aşk, kahramanlık, haksızlık, hasret, özlem, yiğitlik ya da toplumsal çarpıklıkları anlatır. Bu hikayeler bize ilham verir; bir yandan toplumu ve insanları eleştirirken diğer yandan dinleyene daha iyi bir dünya için umut verir.   İnsanlara ilham vermek ve hayatın her yerinde ihtiyacımız olan değişimi başlatmak için öyküleri yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var.   Trilyon dolarlık bütçelerle büyük bir endüstri olan Hollywood’un en meşhur öykü anlatıcılarından, senaristlerin üstadı Robert Mc Kee “Zihnimizin dili öykü dilidir. Eğer bir kişi kendi düşüncelerini öykü biçimiyle sunmak isterse dinleyici, buna direnmez aksine anlatanı kucaklar.” der.   Öyküler, kendilerine has sihirli dili ve kurgusuyla, zihnimizin savunma mekanizmalarını yumuşakça aşıp kalbimize ulaşır.  Biz en çok öykülerin dilinden anlarız...
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER