HABERE GİRİŞ

Elif Tütüncü

Bugün dünyanın en değerli markaları listesine baktığımızda ilk sıralarda yer alan markaların şüphesiz sadece ürünleri değil, onları oraya taşıyan değerlerin başında müşteri memnuniyetinin yanı sıra çalışan memnuniyeti de geliyor. Hatta efsane hikayeleri de bi­lirsiniz ofislerdeki şahane çalıma ortamları, şirketin çalışanlarına verdikleri olanaklar ve ‘’keşke biz de orada çalışsaydık…’’ dedirten diğer şartlar… Bunların o markayı neden daha güçlü kıldığını anlayabiliyoruz.

Gerçekten büyük ve güçlü markalar sundukları ürün ve hizmetlerin, müşteri memnuniyetinin yanında çalışanlarının da gözbebeği olan markalar. Dolayısıyla bir markanın marka değeri de ölçülürken, bu ölçümlerde göz önünde bulundurulan faktörlerden biri de çalışan memnuniyeti. Bir markanın ne kadar mutlu ve memnun bir çalışanı varsa, markanın değeri o kadar fazla. Çalışanları kendi içinde kategorilendirdiğimizde karşımıza farklı tablolar çıkıyor.

Bunlardan biri üst yönetim. Üst yönetimin olanaklarını zaten şirketten şirkete değişse de az çok tahmin edebiliyoruz. Orta ve alt kademe yöneticileri de bir kenara bırakırsak, işin asıl mutfak kısmını yani işin yükünü çeken önemli bir kesimle karşılaşıyoruz.

Bunlar alt kademe dediklerimiz ama müşteri ile direkt olarak diyalog kuran kesim. Kasiyerler, call center görevlileri, veznedarlar, reyon görevlileri, mağaza çalışanları, depocular, taşıyıcılar, ulaştırmacılar gibi tamamını aklımıza bile getiremediğimiz o kadar çok emektar kişi bu sektörlerde çalışıyor ki. Belki de onlar biraz göz ardı ediliyor.

Hatta bırakın onların çalışma koşullarının iyileştirilmesini, varolan hakları da göz göre göre sömürülüyor. Çalışan memnuni­yeti neden önemlidir ve markalar bu konuda neler yapıyor? Birçok büyük marka çalışanlarının grev yapması ve medyada yer alan memnuni­yetsiz çalışanların çalışma koşullarıyla ilgili yaptığı yorumlara dayalı haberlerin ışığında bu konuyu inceleyeceğiz.

Şirketlerin pazar paylarını arttırmaya yönelik stratejileri her ne kadar müşteri üzerine kurulu olsa da çalışanların mem­nuniyeti ve mutluluğu da şirketlerin yıllık hedef ve stratejileri arasında yer alma­lıdır. Şirketler, “Müşteri memnuniyeti”ni artırmak, sadık müşteriler yaratmak için her yıl milyonlarca dolar harcıyor. Ancak bu konuda yapılan araştırmalar, bunun en sağlıklı yolunun, önce mutlu çalışanlar yaratmaktan geçtiğini gösteriyor.

Buna göre, artan çalışan memnuniyeti, hemen müşteri cephesine yansıyor. Peki şirketler ve markalar çalışan memnuniyeti konusun­da olağandışı ne gibi şeyler yapıyor? Sağlık hizmetlerinden yol ve ulaşıma, özel doğum günü partilerinden happy hour’lara kadar hatta çalışanlarının tatilinin ücretini ödeyen markalar gündemde.

Ancak çalışanları ken­di içinde kategorilendirdiğimizde karşımıza farklı tablolar çıkıyor. Bunlardan biri üst yönetim. Üst yönetimin olanaklarını zaten şirketten şirkete değişse de az çok tahmin edebiliyoruz. Orta ve alt kademe yönetici­leri de bir kenara bırakırsak, işin asıl mutfak kısmını yani işin yükünü çeken önemli bir kesimle karşılaşıyoruz. Bunlar alt kademe dediklerimiz ama müşteri ile direkt olarak diyalog kuran kesim. Kasiyerler, call center görevlileri, veznedarlar, reyon görevlileri, mağaza çalışanları, depocular, taşıyıcılar, ulaştırmacılar gibi tamamını aklımıza bile getiremediğimiz o kadar çok emektar kişi bu sektörlerde çalışıyor ki. Belki de onlar biraz göz ardı ediliyor.

Çalıştığı şirketten memnun olmayan bir çalışan için iki senaryo mevcut. Birincisi memnun olmadığı halde çalışmaya devam etmesi, ikincisi ise memnun olmadığı için işinden ayrılmasıdır. En kötüsü de birinci senaryodur. Memnun olmadığı halde çalış­maya devam eden bir çalışan;

Dolayısıyla şirketler çalışanlarını yalnızca bir çalışan olarak görmemeli, onların iş ortağı olduklarını bilmeli ve memnuniyeti konusunda yaptıkları faaliyetleri artırmalıdır. Çünkü mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır. Düşünün, asık suratlı birisinden mi ürün almak isterseniz yoksa güler yüzlü birisinden mi? Hele bir de duygusal bir müş­teriyseniz güler yüzlü çalışanların hizmet sunduğu firmalardan ürün ve hizmet almayı her şeyin önünde tutabilirsiniz. Ayrıca mutsuz bir kişinin çevresine de mutsuzluk yayacağı aşikardır.

Evrensel çalışma yasaları ve işçi hakları

Mesleği ne olursa olsun, ücret karşılığı çalışan herkes işçi olarak tanımlanmakta­dır. İşçilik ve çalışma kavramları tarihin ilk sahnelerinden beri var olan ancak terimsel anlamda daha çok sanayi devrimi sonrasın­da anlam kazanan kavramlar. Ancak ne yazık ki çok eski bir kavram olmasına rağmen, ge­liştirilmeye ve iyileştirilmeye oldukça müsaitolan bu alanda çalışanlar nezdinde birçok sıkıntı baş gösteriyor.

Kötü çalışma koşulları ve aşırı uzun çalışma saatleri nedeniyle çalışanlarda oluşan motivasyon azalması ve yorgunluk sonucunda işe karşı verimlilik düşüşleri de gözleniyor. Bununla beraber sağlıksız çalışma koşulları da çalışanların solunum, dolaşım, kas ve sinir sistemini, enerji metabolizmasını ve moral yapısını etkilediği görülüyor. Bunun sonucunda ne işveren çalışandan yeterli verimi alabiliyor ne de çalışan işini severek ve memnuniyetle yapıyor. İşçi ve işveren arasındaki ilişkide işçilere tanınan ve insan hakları kapsamına giren yasal haklar mevcut.


Birleşmiş Milletler işçi haklarını desteklemek için İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne iki madde eklemiştir. Bu maddeler:

Madde 23

Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şart­larına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.

Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da tamam­lanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.

Herkesin menfaatlerinin korunması için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.

Madde 24

Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.

Yukarıdaki maddeler her ne kadar azami düzeyde olsa da günümüzde birçok şirketin ve markanın çalışanları için bu maddeleri ihlal ettiğini görüyoruz. Bu koşulları yerine getirmeyen işletmeler gün sonunda mar­kasının itibar kaybetmesine sebep oluyor. Bu sorunların tamamıyla giderilmesi için birçok düzenleme yapılmalı ancak ilk etapta iyileştirmek adına yapılacak birkaç temel adım bulunuyor.

GREVLER

Konuyla ilgili medyada yer alan birçok habe­ri de görmüşsünüzdür. Üstelik bu haberler için çok uzak tarihe gitmemize de gerek yok. Geçtiğimiz mayıs ayında Tat Gıda’da, ve yine geçtiğimiz ay Bursa’da faaliyet gösteren en büyük fabrikalardan biri olan Aroma Meyve Suyu firmasına ait iki fabrikada işçiler grev kararı aldı. Haberlere göre iki grev de toplu iş sözleşmelerinde uzlaşmazlık sonucunda ortaya çıktı. Yine hepimizin çok yakından tanık olduğu iş kazalarının çoğu da bu şartların sağlanamaması sonucunda ortaya çıkıyor. Soma Maden Facia’sını hatırlayın. 

Türkiye’nin en büyük facialarından biri… Za­ten kötü şartlar altında çalışan işçiler, hayati bir önem taşıyan koşullar sağlanamadığı için göz göre göre can vermişlerdi. Niçin? Ma­den ocağı sahibinin ve üst yönetimin diğer üyeleri, çalışanların hayatına mal olan yaşam odalarını önemsemediği için… Kendi rahat koltukları, büyük ve geniş odaları bunları onlara hatırlatmamış olabilir.

Ancak acı tablo genellikle ne yazık ki karşımıza çok geç çıkıyor. Kurtulan madencilerden Recep Gök facianın ardından, olayın yaşandığı alanın 350 metre ilerisinde bir oda olduğunu ancak oraya ‘yaşam odası’ denilemeyeceğini söy­lüyor. Gök, “Ben 2 senedir o madendeyim yaşam odası diye bir şey duymadım. Sığın­ma odası diye bir yer biliyorum.

Eğer bizim patronumuz oraya yaşam odası yapmış, bunu da gazetelerde söylemişse keşke bize de söyleseydi. Orası yemek yenebilen, sağlık hizmetlerinden yararlanılabilen bir oda. Yu­karıdan gelen kumanyalar orada durur. Ora­da oksijen falan yok onun için oraya ‘yaşam odası’ falan denemez. Orada oksijenli hava olmadığını bildiğimiz için gitmedik. İyi ki de gitmedik gitsek kesin ölürdük” diyor.

Peki bu facia milat sayılıp bir şeylerin değişme­sine sebep oldu mu? Hayır. Bu denli büyük kayıpların olduğu bir faciayı yakın zamanda yaşamamış olsak da hala zaman zaman gündemde sorumluluğunu yeterince yerine getiremeyen işverenlerin sebep olduğu can kayıplarına şahit olmaya devam ediyoruz.

Ve hala en temel hakkı olan, bu kötü şartlara katlanmak zorunda oldukları maaşlarını bile zamanında alamayan binlerce işçi var. Hala her yıl zammını alamadığı için grev yapmak zorunda kalan işçilerin büyük bir kısmı işten çıkarma tehditleriyle susturuluyor.

Medya­da yer bulanlar bunların yalnızca bir kısmı. Oysa buzdağının görünmeyen kısmı öyle büyük ki… Maaş dışında da pek çok işçinin pek çok hakkı göz ardı ediliyor. Peki bu göz ardı edilen, alt kademelerde çalışan fakat markanın belki de en değerli parçası olan çalışanlar hangi haklara sahipler?

Hukuk sistemimize göre işçilerin hem maddi hem manevi olarak mağdur edilmemesi için anayasamızda bazı tanımlanmış haklar bulunuyor. Bu haklardan biraz bahsedecek olursak;

Maaş: İşçi maaşını tam olarak ve zama­nında alma hakkına sahiptir. Bu süreçte yaşanan aksaklıklara karşı dava açma hakkı bulunur.

Sosyal sigorta: İşveren işçinin sigorta­sını ve sigorta primlerini (deneme sü­recinde olsa dahi) zamanında yatırmak zorundadır.

Kıdem Tazminatı: İşçilerin keyfi ya da önemsiz gerekçelerle işten çıkarılma­sının önüne geçmek için oluşturulmuş tazminattır. Haksızlığa uğrayan, küfür, hakaret gibi durumlarla karşılan işçiler de sözleşmeyi feshederek kıdem tazmi­natı talep edebilir. 

İhbar Tazminatı: İşçiye işi bırakmadan bir süre önce, işverene de işçiyi işten çıkartmadan önce haber verme sorum­luluğudur. Bu sorumluluğa uyulmadığı takdirde karşı taraf zarara uğramış sayılır ve ihbar tazminatı hakkı doğar.

Fazla mesai ücreti: Normal çalışma süresini aşan mesai fazla mesaidir ve bu mesai için işçi ekstra ücret almalıdır.

Yıllık ücretli izin: Aynı işyerinde bir yılı tamamlamış işçinin yıllık ücretli izin hakkı bulunmaktadır.

Hafta Tatili: İşçilerin haftada en az bir gün ücretli izin hakkı bulunmaktadır.

Ara dinlenmesi: İşçiye gün içerisinde dinlenmesi için süre tanınması da işçi hakları arasındadır.

Resmi tatiller ve bayram tatilleri: İşçi­nin resmi tatiller ve bayram günlerinde tatil yapma hakkı vardır.

Yine yasalara göre işçilerin haftalık en faz­la 45 saat çalışma süresi bulunuyor. Bunun anlamı şu: istenirse haftalık çalışma süresi 45 saatin altında belirlenebilir ama istense bile üstünde belirlenemez. Buna göre bir işletme, işçilerinin haftalık çalışma süresini örneğin 40 saat belirlerse bunda bir sakınca yok ama işçilerle anlaşsa bile bu süreyi 46 saat olarak belirleyemez.

Ancak günümüz­de birçok işletme bu saatin üzerine çıkıyor ve çalışanlar da ne yazık ki işlerini kaybet­me korkusuyla bu duruma göz yumuyor. Oysa Türkiye’den farklı olarak diğer ülkelere baktığımızda günlük 8 saatlik çalışma süresi bile tartışmaya açık olarak gündeme geliyor. Hatta öyle ki işe giderken işten dönerken harcadığınız süre de mesai süresine dahil ediliyor. Her ne kadar ülkemiz için bu durum suistimal edilebilir olsa da işe giderken harcanılan sürenin de işle bağlantılı olduğu bir gerçek.

Biz bir marka dergisi olarak markaların hep parlayan yüzlerini, markaların değerini, yatırımlarını, stratejilerini inceliyoruz… Ama dönüş dolaşıp geldiğimizde gün içinde Starbucks’tan kahve alırken kasadaki kişi, Carrefour’dan meyve alırken reyondaki kişi de bize markayı temsil ediyor. Call center çalışanıyla anlaşamadığımızda aslında o çalı­şanla değil markayla kavga ediyoruz.

Star­bucks’tan aldığımız ürünle ilgili bir sorun yaşadığımızda çalışanı değil markayı hatalı buluyoruz. Çünkü bu kişiler en az şirketin CEO’su kadar markanın temsilcisi ve bizimle direkt iletişime geçen kişisi.

Marka adına çok önemli olan bu çalışanları, marka ne kadar önemsiyor? Bu haber çalışmasında madal­yonun biraz daha ters yüzüne, markaların kamera arkasındaki bu kişilere odaklanaca­ğız. Türkiye’deki markaların alt statülerinde çalışan bu kişilere sözü vereceğiz.

KOTON

ÜNLÜYE HARCA! ÇALIŞANDAN KES!

Öncelikle bu konuyla alakalı neler olduğuna dair haberleri biraz inceleyelim. Türkiye’de bu iş sömürüsünün ve kötü çalışma şartla­rının olduğu alanlardan biri de mağazalar. Günde yüzlerce kişinin alışveriş yaptığı bu mağazalarda kimisi reyonlarda, kimisi kasada, kimisi depoda onlarca işçi olduk­ça zor şartlar altında saatlerce çalışıyor ve karşılığında çok düşük maaşlar alıyor.

SoL haber sitesinde yer alan bir habere göre bu mağazalardan biri de hepimizin yakından tanıdığı giyim mağazası Koton. 2018 için 6 milyar TL ciro hedefi koyan, yurt içi ve yurt dışında açtığı mağazaların sayısını da 780’e yükseltmeyi planlayan, bunun için de reklam yüzlerine milyonlar harcayan Koton, son ola­rak geçtiğimiz yıl oyuncu Fahriye Evcen’le 1,5 milyon liralık bir reklam anlaşması yapmıştı. Peki, Koton kârına kâr katarken ve her yıl büyüme hedeflerini güncellerken Koton’da çalışan emekçilerin durumu nasıl?

Ali Ufuk Arıkan’ın haberine göre Ankara’da Koton’un depo bölümünde çalışan bir emekçi, çalış­ma koşullarına ilişkin soL’a açıklamalarda bulunuyor. Koton’un bir mağazasında depo bölümünde çalışan H., çalışma koşullarından önce Koton’un aldığı ‘’tasarruf’’ kararını anla­tıyor. “Oyuncu Fahriye Evcen’e 1,5 milyonluk reklam anlaşması yaptılar biliyorsunuzdur.

Bir de şarkıcı Teoman’la reklam anlaşması yaptılar, onun miktarı basına yansımadı... Bu kadar para saçan ve her gün büyüme hedeflerini yenileyen Koton, önümüze bir metin koyarak işçilere yol parasının artık verilmeyeceğini iletti” diyen H., bu metne imza atmayan ve kabul etmeyenlerin de işten çıkarılacağının kendilerine iletildiğini aktarıyor.

Koton’un bu talebini birçok işçi gibi istemeye istemeye de olsa kabul etmek zorunda kaldığını belirten H., “İşsizlik bu ka­dar artmışken, insanlar buradan gelen asgari ücrete mecbur durumda. Geçim için mecbur imza atıldı. İşe başladığımda geçerli olan yol parası önce düşürüldü, sonra kaldırıldı. Buna gerekçe olarak da tasarruf gösterildi.

Reklam için kesilmeyen para Koton’a emek veren işçilerden kesiliyor” ifadelerini kullanıyor. Ayrıca zaman zaman çeşitli hastalıklarla mücadele eden arkadaşlarının işten ayrılmak zorunda kaldığını dile getiriyor. Öncesinde 40 kişinin çalıştığı mağazada işten çıkmalara rağmen yeni eleman alınmadığını ve kalan 25 kişinin tüm işi yapmaya çalıştığını belir­tiyor.

Bu yüzden çalışma koşullarının sağlık sorunlarına da yol açtığını ifade ediyor. Tasarruf gerekçesiyle yol parasının kesildiğini söyleyen H., yemek ücretinin de günlük 9,5 lira olduğunu anlatıyor ve çalışanların genel­likle bu ücretin üzerine kendi paralarından ekleme yaptığını anlatıyor.

LC WAİKİKİ

32 ülkeye yayılan LC Waikiki’de de durum vahim!

Yine bir diğer giyim markası olan LC Wai­kiki’de ise durumun pek farklı olmadığını görüyoruz. Fırat Turgut’un Evrensel.net’te yer alan habere göre grev yapan işçiler­den Deniz Sak, sürekli ve saatlerce ayakta çalıştıkları için bunun varis, bel ve boyun fıtığı gibi rahatsızlıklara yol açtığını ancak bunun meslek hastalığına girmediğini ifade ediyor. Bir diğer konu ise fazla mesai, Deniz Sak 32 ülkeye yayılmakla övünen LC Waikiki’nin fazla mesai ücretinin yarısını verdiğini belirtiyor.

Maaşların da düşük olmasının sebebiyle birçok çalışanın aynı zamanda çorap satmaktan nakliyeciliğe ve işportacılığa kadar ek iş yapmak zorunda kaldığını söylüyor. İşçilerin yaşadığı bir diğer sorun da ikramiye. 2015 yılına kadar 4 maaş ikramiye aldıklarını belirten Deniz Sak, bu sistemin artık 3 maaşa düştüğünü anlatıyor. Çalışanlar tüm bu problemlere ek olarak ma­ğazanın fiziksel koşullarının da sağlıklı olma­dığını ifade ediyor.

Trilyonlar harcanıp depo yapılan mağazanın lağım, klima, havalandır­ma gibi sorunları olduğunu bu yüzden yazın sıcaklarda çalışanların çok terlediğini, kışın da yağmur yağdığında depodaki ürünleri su bastığını belirtiyor.

STARBUCKS

Starbucks’ta şartlar ‘’tall’’ dertler ‘’venti’’!

Her ne kadar problemlerin çoğu giyim ve mağazacılık sektöründeymiş gibi görünse de dünya markaları olarak bilinen markalar da gündemde bu sorunlardan kendine pay alıyor. Dışarıdan oldukça havalı ve çalışma şartları güzel gibi görünen Global kahve zinciri markası Starbucks çalışanlarının durumu da pek iç açıcı değil.

Yine soL haber sitesinde Evrim Gökçe’nin yaptığı röportajda çalışanların yaşadığı bu sorunların neler olduğunu görebiliyoruz. Starbucks çalışanı 26 yaşındaki Vildan, Ankara’da bir fakülte­de yaptığı yüksek lisans sırasında, şehirde yaşamayı sürdürebilmek ve geçinebilmek için Starbucks’ta yarı zamanlı olarak çalış­maya başlamış. ‘’Lisans mezunuydum ama çalışabileceğim bir yer yoktu ve önünden geçerken girmiştim mağazaya” diyor.

Önce tesadüfen güvenlik görevlisi, ardından mağaza müdürü ile konuşmuş ve 3 gün sonra çalışmaya başlamış. “Çok fiyakalı bir adımız vardı, bize ‘barista’ deniyordu” diyor. İtalyanca’da kahve hazırlayan kişi demek olan ‘barista’, bir Starbucks şubesinde kahve hazırlamak, boşları toplamak, yerleri paspas­lamak, kahve kolilerini taşımak ve tuvalet temizlemek anlamına geliyormuş. “Vardiya saatleri 18-23.00” diyor Vildan ama her mağazada saatler değişebiliyormuş. Mesaisi 5 saat gibi görünse de, kapanış yaptıkları, tüm mağazayı temizledikleri için çıkışı gece 01.30’u buluyormuş.

 “Eve servisle bırakılı­yorsunuz ama gidip de duş bile alamadan uyuyakaldığınız çok olur” diyor. Mesai sonra­sı 2 saati bulan iş ise angarya. Bu saatler için ücretlendirme mevcut değil.

Vildan günde ortalama 50 bardak kahve hazırladığını söylüyor. Çalıştığı mağaza müdürünün ken­dilerine kötü davranmadığını ama müşteri memnuniyeti beklentisinin bezdirici oldu­ğunu vurguluyor. “Sütü, kreması, şurubu; istenileni becerene kadar uğraşırsınız” diyor. Mağaza müdürlerinin dışında bir de vardiya müdürleri bulunuyor.

Onlar da bir ‘barista’dan küçük bir maaş farkıyla çalışıyorlar, vardiya düzenini sağlamakla görevliler. Mağazada yarı zamanlı çalışan biri, günde 1 bardak (en küçük bardak boyu ‘tall’ ile) kahve içme hakkına sahip. Tam zamanlı çalışanlar için bu rakam 2. “En büyük sıkıntım bel ağrısıydı” diye ifade ediyor

Vildan çalışma koşullarını. Sadece saatlerce ayakta çalışmakla ilgisi olmadığını, yerleri paspaslamanın ve kahve kolilerini taşımanın da aynı şekilde bel ağrısı yaptığını söylüyor. Bir Starbucks vitrini arkasında, önünüzde MacBook’unuzla belki ödev yazıyor belki Facebook’ta dolanıyor olabilirsiniz. Ama barın arkasındakilerin maruz kaldıkları sömürüyü nasıl tanımladıklarını unutmayın. Vildan yaşadıkları koşulları ‘’sütsüz, venti!’’ olarak ifade ediyor.

MCDONALDS

Fast food markalarında da durum pek farklı değil. Yine global markalardan olan McDo­nalds’ın İstanbul’daki Mühürdar şubesinde işten çıkarılan iki kişi soL’a, markanın çalışma koşulları hakkında açıklamalarda bulunuyor. Çalışanlardan Emre Şirin konuyla ilgili olarak ‘’18 yaş altıve engelliler gece vardiyasında daha çok çalıştırılıyorlardı. Çünkü iş yükü­nün en fazla olduğu zamanlar ve bu insanlar onlara göre daha az sesini çıkaran insanlar­dı.

Özellikle 18 yaş altındakiler daha fazla sömürülüyorlar” di­yor. Markanın diğer çalışanı Selçuk Altay ise en temel problemin aşırı iş yükü olduğunu belirterek ‘’3-4 kişinin yapması gereken işleri ya da genel merkezin görev ve sorumluluk­larına dahil olan işleri bizlere yaptırmaya çalışıyorlardı. Bu süreç içerisinde bizler, asıl işlerimizi yerine getirmekte zorlanıyorduk ve sorumluluklarımızı yerine getirememiş oluyorduk.

Çoğu zaman vardiyamız bitse dahi iş yerinden kolay kolay ayrılamıyorduk. Gece vardiyası bitse dahi sabah bizi raporla­malar, bölge toplantıları bahanesiyle bırak­mıyorlardı. Uykusuz olduğumuzu, konulara yeterince vakıf olamayacağımızı bildikleri halde bizi bırakmıyorlardı.

Bu toplantılar da neredeyse akşama kadar süren toplantılar­dı. Üsküdar’da çalıştığım dönemlerde kimi zaman hem bu fazla mesai hem de ulaşım probleminden ötürü iş yerinde yatıyordum. Battaniyem falan vardı. Arife günlerimizi bayram mesaisi niteliğinde yatırmıyorlardı.

Genel Müdür Yardımcısı Feliks Boynuince­oğlu’nun talimatıyla haftasonu izinlerimiz var ise izinlerimizi alıyorlardı. En doğal hakkımız olan izinlerimizi kullanmamız yasaktı.’’   

Engelliler daha az sesini çıkarıyor

McDonald’s çalışanı Emre Şirin ise yaşa­dığı en büyük sıkıntının aşırı iş yükü ve buna bağlı olan mesailer olduğunu ifade ediyor. ‘’Çoğu zaman mesai bitiminde parmak izi okutmamıza rağmen işe devam ediyorduk. Merkez ofisin restau­ranta dair neredeyse tüm iş yükünü biz üstlenmek zorunda bırakılıyorduk. İşe alım­lar, eğitimler ve maaş gibi konular bunların başında geliyor. Tabi bunları sayarken bizim kendi iş yoğunluğumuzu ayrı tutuyorum.

Yine en çok yaşadığım şeylerden biri de iş saatleri dışında telefonla üstlerim tarafından aranma ve iş yükü bindirmeydi. Sizin restau­rantta olmadığınız vakitlerde yaşananlardan yine sizi sorumlu tutuyorlardı. Siz de diğer çalışan arkadaşlarınızın lehinde davranınca tavır görmeye başlıyorsunuz. Hatta bu, tavrın da ötesinde yaptırımlara dönüşüyor.

Örneğin bilerek izin günlerine denetleme ya da ziyaret konulması gibi. Yine mesela size prim aldırmamak için tahmini satış yüksek belirliyorlardı ki siz hep bunun altında kalın. Sesiniz çıkarsa da kişisel primleriniz düşürülüyordu’’ diyor.

Şirin bir diğer prob­lemin en büyük sıkıntılarından birinin işçi sirkülasyonu olduğunu söylüyor. ‘’O kadar düşük ücretlerle ve ağır şartlarda çalıştırılı­yorlar ki sonrasında birçoğu dayanamayıp çıkıyor. Bunların başında motorcu arkadaşlar geliyor. Zaten personel eksikliğinin faturası çalışan diğer işçilere kesiliyor. Az işçiyle çok fazla iş yaptırıyorlar. Yeni işçi alımı yapılacak­sa da bunun İŞKUR’dan olmasını istiyorlar. Bunun dışında eleman alımını istemiyorlar­dı.

Bunun dışında yıllık izinlerimiz yasal ola­rak 2 hafta olmasına rağmen bize 8-10 gün kullandırıyorlardı.Biz de işimizden olmamak adına, sorumluluklarımızı aksatmamak adı­na kabulleniyorduk. 18 yaş altı ve engelliler gece vardiyasında daha çok çalıştırılıyor­lardı. Çünkü iş yükünün en fazla olduğu zamanlar ve bu insanlar onlara göre daha az sesini çıkaran insanlardı. Özellikle 18 yaş altındakiler daha fazla sömürülüyorlar.


KAHVE DÜNYASI

Portakal suyu içeni kovdular.

Türkiye’nin en büyük kahve zincirlerinden Kahve Dünyası’nda yaşanan sömürünün boyutu da oldukça derin. Birçok haktan mah­rum bırakılan işçiler angarya çalışma cezasıy­la karşı karşıya kalıyor, portakal suyu içti diye işten çıkarılabiliyor. Yine soL’da yer alan habe­re göre Kahve Dünyası’nda hastaysanız rapor almak bile yasak. Üstelik işe girerken sizden ‘’kıyafet parası’’ adı altında para alınıyor. Geç kaldığınızda iki katı fazla çalışma cezası ve en kötüsü de kanser eşinizi kemoterapiye götürmek için izin alamamanız…

Kahve Dünyası’nda yaşadığı sorunlar ne­deniyle işten çıkarılan Ş. anlatıyor soL’a yaşa­dıklarını ve şahit olduklarını. Ş., İşe girerken imzaladıkları prosedürler belgesinin çalışanı işten kovmak için koz olarak kullanıldığını ifade ediyor. ‘’mesela bir şubede, o şubenin ay sonu hedeflerine ulaşılıyor. Ve ardından o şubede çalışan arkadaşlar mağaza kapan­dıktan sonra kutlama yapmak istiyor, pizza söylüyorlar kendi paralarıyla. İmzalattıkları belgede bu yasakmış mesela. Arkadaşlar hakkında hemen tutanak tutturuluyor.

Bir diğer olay da portakal suyu içti diye hakkın­da tutanak tutulan ve tazminatsız kovulan arkadaşımdı’’ diyor. Buna ek olarak yol parası verilmediğini ve daha önce uygula­mada olan akşam servislerinin kaldırıldığını belirtiyor. İşe aktarmayla gelen ve günlük yol parası günlük kazancını geçen çalışanlar olduğunu söylüyor.

Çalışma saatleri hakkın­da ise ‘’ Görünende standart 10 saat ve 45 dakika yemek molası vardı. Burada başka bir sorun var aslında. Çalışan sayısı yetersiz olduğu için, barista ve ASAP (Anında satış personeli)-(Garson), vardiyanızda 3 kişisiniz toplamda, içinizden biri 10’da gelecek ve ka­panışa kadar duracak bu durumda.

Kapanış saati de ortalama 23:00. Fakat işiniz orada bitmiyor, temizlik vs. derken 1 saat daha çalışırsınız ve ek ücret alamazsınız. Ama tam tersi durumlarda manzara daha farklı. Ör­neğin; yarım saat geç kaldınız hemen uyarı alırsınız ve tip (bahşiş) cezası yersiniz.

Üze­rinden ne kadar geçerse geçsin bir daha geç kalırsanız 1 saat geç çıkma cezası alırsınız. Ben bir kez 1 saat geç kaldım ve karşılığında 2 saat fazladan çalıştım. Yüzlerce mağazası var bu şirketin. Her mağazasında böyle geç çıkma cezaları uygulanıyor. Ve kabul edelim buradan inanılmaz bir angarya çıkıyor.

Bir diğer sorun ise yemek ücretleri. Çalıştığın gün başına 8 TL’dir. İstanbul şartlarında 8 TL’ye yemek bulabilmek gerçekten zor. Mecburen yine cebimizden ödüyorduk. Bir absürtlük de tip’in pay edilmesi. En yüksek payı mağaza müdür alır. Mağazadaki en önemli işi yapan temizlik personeli ise tip almaz’’ diyor.

ÇALIŞANLAR

Değişen bir şey yok! Peki bunun dünyadaki ideali ne ve Türkiye’de neler oluyor? Gelin Türkiye’deki duruma, bizim kendi sorularımızı yönelttiğimiz çalışanların gözünden bir bakalım.

Ş.A. (Kadın) - LC Waikiki Reyon Görevlisi

İş koşulları diğer mağa­zalara göre biraz daha ağır. Hepimizin haftalık shiftleri oluyor, bu shiftler bazen bizim taleplerimize göre bazen de yönetimin isteğine göre ayarlanıyor. Ancak bay­ram dönemleri gibi yoğun dönemlerde daha fazla saat çalışıyoruz. Çalışanlara yemek kartı veriliyor. Mesa­iye kalınan günlerde çoğu mağazada personele taksi parası veriliyor. LC Waikiki’nin en güzel yanı çalışma ortamı, çoğu çalışan genç oluyor vaktimizin çoğunu orada geçirdiğimiz için ister istemez arada farklı bir bağ oluşuyor çalışanlar arasında.

LC Waikiki gerçekten diğer mağazalara kıyasla çalışma şartları biraz daha ağır olan bir mağaza. Mağaza yoğunluğu ve hitap ettiği müşteri kitlesi en başta gelen nedenler. Dışarıdan sadece kat yapan personeller olarak gözüküyoruz ama dü­zen anlamında reyonda çoğu müşterinin farketmediği pek çok ayrıntıyla ilgileniyoruz. Üstüne bir de mağaza yoğun­luğu eklenince tartışmalar kaçınılmaz oluyor tabi.

İ.A. (Kadın) – İpekyol Reyon Görevlisi

Çalışma saatleri uzundu. Haftada 3 gün full şekildeydi. Maaş diğer mağazalara göre daha iyiydi. Çalışma ortamı ise kasvet vericiydi. Müdür sürekli satış olması için baskı uyguluyordu. Ayrıca self servis bir sistem olmadığın­dan sürekli müşteri kapma yarışındaydık ve bu yüzden tatsızlıklar çıkıyordu.

Çalış­tığım süre boyunca müdür ve müdür yardımcısı ile tar­tışmamız olmuştu yağmurlu bi günde 10 dakika geç kaldığım için 10 dakika da azar işitmiştim. Mesai saatim bittiği halde müşteriye bak­madığım için de aynı şekilde azar işitiyordum.

Haksızlıklara şahit oldum örneğin müdür yardımcısı ve müdür satışa karışmadığı halde bizim yap­tığımız bazı satışları kendine yazıyordu. Depo yapmam gerektiği en başta söylenme­mişti ama depo ya da vitrin temizliği gibi işleri de görev tanımımda olmadığı halde yaptırıyorlardı.

THY

C.Ö. (Kadın) – THY Call Center çalışanı

Günde 10 saat çalışıp onayım olmadan zorunlu mesaiye kaldığım çok olu­yordu. Ve çalıştığım mesai saatlerinde molaya çıka­mıyorum. Günde 12 saat çalışıp sadece toplamda 1 saat mola yapabiliyorum. Ay sonunda mesai paramın yatmaması da cabası.

Proje müdürümle herhangi bir konuda konuşmak için 4-5 kişiye mail atmam gere­kiyor. Bu da takım liderle­rimle tartışmama, gereksiz gerilime sebep olmaktaydı. Müdürümle görüşebilsem de hiçbir zaman konu hakkında tatmin olup da yanından ayrılmışlığım yok. Örneğin aldığım prim hak­kında görüşmek istediğim­de hiçbir zaman personel haklı olmamıştır, eğer bir hesaplama yapılmışsa onla­ra göre hatasız yapılmıştır.

Ancak üstelediğimde adam akıllı bir kontrol sağlanıp hak ettiğim ücreti almışım­dır. Yani kendimi tam ifade edebilmek için tartışmam ve üstelemem gerekmişti hep. Eğer müdürün veya takım liderlerinin sevdiği bir kişiyseniz istediğiniz vardiyaya gelip istediğiniz zaman molaya çıkabiliyor­sunuz. Ya da çağrı skill’ini belirleyebiliyorsunuz. Adam kayırma çağrı merkezinde karşıma çıkan en büyük sorun.

ZARA

B.D. (Erkek) – Zara Reyon Çalışanı

Oturmak yasaktı. Tuva­lete bile çok fazla gitsem göze batardı. Çekinirdim tuvalete çıkmaya. Maaşı, çektiğim acıya ve psikolojik baskıya göre çok azdı. Yöneticiler kibarlık adı altında sopa gösterirlerdi. Çalışma arkadaşlarım genç olmasına rağmen konuşamaz­dık. İletişim sıfırdı. Genelde mutsuz çalışıyordum. Paraya ihtiyacım olduğu için da­yanmaya gayret ediyordum.

Tartışmaya girmemek için göz yummamız gerekiyor. Kabin sorumlusu kat sorumlusundan bir alt statüdeydi. O yüzden kabin sorumlusu kişi çok hırs­lıydı. Bana tecrübesiz olduğum için kötü kötü bakıyordu. Her hatamda motivasyonumu düşürecek sözler söylüyordu.

Bir gün müşterinin önünde ze­kamla ilgili küçük düşürücü bir söz bile söylemişti. Ama işten çıkarılmam onun elinde oldu­ğu için sesimi çıkartmadım. Her yerde olduğu gibi müdür­ler iyi anlaştıkları kişileri gece kapanışa yazmıyorlardı.

Görev tanımında sadece kabin vardı ancak yeri geliyor depoda çalı­şıyordum. Yeri geliyor kabinleri süpürüyordum. Mağazada benim bölümümde hırsızlık olsa ben sorumlu oluyordum. Yani temizlikçi ve güvenliktim aynı zamanda. Dediğim gibi bu tür işler bir meslek değil çok az maaşa çok büyük bir iş gücü isteniyor. Yüzyılımızın modern köleleriydik.

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok