İletişim KURAMAMA becerilerini geliştirmek

İletişim kazalarını, birkaç sebeple trafik kazalarına benzetiyorum. İkisi de, her an, her yerde, her şekilde, hiç beklenmedik anlarda olabilir. Hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkan hızlı bir araç, yine hiç beklemediğiniz anda gelen bir tepki kadar şaşırtıcı olabilir.  İkisinin de kuralları vardır. Kırmızı ışıkta geçmek ne kadar tehlikeliyse, susulması gereken yerde susmamak da o kadar tehlikelidir. İletişim kuramadığımız için “ölen” ilişkilerimizi düşünürsek, ikisi de, can yakıcı, acıtıcı, öldürücü olabilir. İletişim kurmanın yöntemlerini, bilmem kaç altın kuralını, sihirli ipuçlarını anlatan çok yazı var. Ben bunları değil, tam tersini yazmak istedim. Nasıl iletişim KURAMAYIZ? Bunun daha akılda kalıcı olabileceğine inanıyorum. Kaza yapmak istiyorsan, mutlaka alkollü araç kullan gibi... Yazarken fark ettim; “İletişememe Becerilerini” geliştirmek o kadar kolay değil çünkü uymamız gereken çok temel kurallar var.
  • Bir eleştiride bulunurken, işe değil, karaktere yönelik söylemlerde bulunalım. Kişinin performansını değil, kişiliğini eleştirelim. Mümkünse yerin dibine sokalım, o hatayı yapmış olduğu için canından bezdirelim. Hatta hata yapmasını da beklemeyelim, sık sık bu eleştirileri tekrarlayalım ki, kimse şımarmasın…
  • Bir kere karşımızdakini asla dinlemeyelim. Bırakalım, o kendi kendine konuşsun. Bizim odağımızsa ancak ve ancak kendimizde olsun. O konuşurken, dinliyormuş gibi yapabiliriz, ancak o sırada, bizim vereceğimiz cevapları, o susunca ne diyeceğimizi, hatta akşamki maçı veya evdeki işleri düşünelim. Pek akıllı telefonlarımızla oynayalım. Aslında tabii ki konuşturmasak daha iyi olur ama bunu başaramıyorsak en azından dinlememeyi başarmaya çalışalım.
  • Konuşmalarımızda hep “Ben, bence, bana göre, benim için…” diye başlayalım. Kim oluyor ki başkaları ben varken?
  • Geribildirmeyelim, haddini bildirelim.
  • Göz teması kurmayalım. Yerlere yerlere bakalım. Hatta yapabiliyorsak, yok sayalım
  • Birine söylediğimiz birşey gerçekleştiğinde, bunu milyonlarca kez kafasına vuralım. Kusana kadar tekrar tekrar “Ben demiştim”
  • Karşımızdakinin hiçbir şey kazanmadığından, tek kazananın biz olduğundan emin olalım.
  • İnsanlara ne yapacaklarını öğretelim… Kimsenin bilgisine, deneyimine güvenmeyelim. En iyi biz bildiğimiz, en iyi biz olduğumuz, en iyi biz yapabileceğimiz için, alttan alttan bu mesajı verelim. Hatta niye çekiniyoruz ki? Bu mesajı üstten üstten verelim…
  • Gülümsemeyelim, ifadesiz duralım ve tepki vermeyelim…. Onaylamayalım.
  • Sözler verelim, ancak tutmayalım. Bu güven kaybetmemize de destek olacaktır. Mesela, buluşma saati söyleyelim, istikrarlı olarak geç gidelim. Veya bir konuda destek olacağımızı söyleyelim ancak daha sonra, “Kim, ben mi, ben öyle bir şey demedim” diye söylediklerimizi inkar edelim. Söylediğimiz hiçbir şeyin arkasında durmayalım. Evet dediklerimize, hayır; hayır dediklerimize; evet diyen tutarsız bir tutum takınalım.
  • Çekememezlik, kıskançlık, haset, arkasından kuyu kazma, dedikodu gibi kavramlar hayatımızın başköşesine yerleştirelim. Bu kavramlar gündelik hayatımızda olduğu sürece, “iletişememe beceri”lerimiz hızlıca güçlenecektir.
 
  • Haklı olduğumuzda o kadar çok bağıralım ki, sağır sultan duysun.
 
  • Bizden istenen desteklere, yapabilecek olduğumuz halde, “Hayır!” diyelim. Bizim hayatımız, bizim işimiz, bizim isteklerimiz, her zaman başkalarının önünde olsun…
 
  • Biri güzel bir şey yaptığında, asla takdir etmeyelim. Başarısı karşısında; böyle birşey yokmuş gibi davranalım. Mümkün olabiliyorsa, bunun başarı filan olmadığını, istersek bizim de bunu yapabileceğimizi, sırf istemediğimiz için yapmadığımızı vurgulayalım…
 
  • Yüksek bir ses tonu ile konuşalım. Gerekirse, ses tonumuzu iki kat alttan duyulacak şekilde yükseltelim, bunu ihmal etmeyelim…
 
  • Kendimizi kocaman görelim! Dev aynalarına bakalım, o halimize narsistçe aşık olalım ve dünyanın geri kalanının, kendi mükemmelliğimize, bilgimize, becerimize yaklaşamayacak kadar küçük varlıklar olduğuna inanalım…
 
  • Asla ve asla hatalarımızı, güçsüzlüğümüzü, onay arayışlarımızı, yakın olma arzularımızı göstermeyelim, açık etmeyelim! Biri bize bir şey sorsa bile, Nuh diyelim, Peygamber demeyelim. Her türlü yakınlık kapımızı sıkı sıkı kapatalım…
Garanti veriyorum! Bir tanesini bile uygulamaya başladığınızda, iletişimi, hayata anlam katan, değerli kılan o muhteşem bağı, iletişim bağını, geri alınamaz şekilde koparabilirsiniz… Ve o muhteşem bağ koptuğunda, elde iki şey kalabilir ancak… Yalnızlık, sessizlik… Aynı dili konuşuyor gibi görünsek de, bu gerçek değil. Dünyada ne kadar çok insan varsa, o kadar çok dil var. Ve bir insanı tanımak demek, onun dilini öğrenmek demek... Ama başkasının dilini öğrenmeden önce, bakmamız gereken bir alan var. O da, kendi dilimiz... “İğne başkasına, çuvaldız kendimize” ise, top yekûn bir hesap çıkarmak gerekiyor ara ara. Biten, ölen, tükenen iletişimlerimiz neden öldü? Buzdağının görünmeyen tarafında hangi duygular, hangi birikmişlikler, hangi varsayımlar veya ön yargılar vardı? Ben hangi dili kullandım? O hangi dili kullandı? Ne dedim, ne demek istedim, ne anlaşıldım? Bu bir daha olduğunda, ne yaparım? İşte bu hesaplar, bizi ehliyet sahibi yapabilir ancak. Gelecek iletişimlerin “temizliği” için.... Temiz iletişimler, kazasız günler diliyorum hepimize...
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER