Haberde marka olmak: Cem Öğretir
'Cem Bey çok ciddisiniz ekranda'' diyorlar ama ben ekranda çok gülüyorum aslında.
Dr. Fatma Kamiloğlu
Ses tonu ve düzgün Türkçe'siyle haberin en karizmatik hali: Cem Öğretir
'Gerçekten güldüğüm zamanlar oluyor ama sesim o kadar ön planda ki benim birçok yönümün önüne geçiyor.
Marka deyince aklınıza ne geliyor?
Marka tekliği ifade ediyor. Dolayısıyla o alanda ilkliği ilk olmasa da insanla- rın zihninde ana noktada olmayı ifade ediyor. Ama insanların marka olması meselesine gelince o çok daha boyutlu bir şey. Yani bence ikisini birbirinden ayırmak lazım diye düşünüyorum çünkü. Çünkü bir insan kendini mi acaba parlatmalı yoksa mesleğini mi parlatmalı? Benim hep düşündüğüm şeylerden biri odur. Haberci hangi noktada durmalı?
Cem Öğretir kendini mi parlatıyor mesleğini mi parlatıyor?
Mesleğini parlatmaya çalışan bir adam diyebilirsiniz benim için.
Peki mesleğini parlatırken kendisi de parlamıyor mu?
Zaten benim gidiş yolum o. Önce mesleğim sonra ben. Ama televizyonculuk bazen tam tersini istiyor. Sizin duruşunuz gerçekten bu manada çok güzel diyen de var, abi ya birazcık daha aktif olsana diyen de var. Ben işimin askeriyim. Elime de çok fırsat geçti aslında daha parlamak adına. Sadece haber değil bu. Haberde zaten parlamanız çok garip bir şey onu da ben çok algılayamıyorum. Haberde parlamak nasıl bir şeydir hakikaten ben de onu çok hisseden bir adam değilim.
Şunu söylemek istiyorum; Cem Öğretir mi haberi sırtlıyor, haber mi Cem Öğretir’i sırtlıyor?
Şöyle, bizim bültenimizin önünde benim ismim yok. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Bugüne kadar ATV haberde kimseyle böyle bir çalışma olmadı. Ali Kırca’yla ATV haberde diye bilinirdi ama jenerikte yazar mı ben hatırlamıyorum. Ali Kırca’yla Show TV haber bülteni evet vardı ama bizim bültenimizin önünde Cem Öğretir ismi hiç olmadı veya herhangi bir kişinin ismi olmadı. Benden önce de olduğunu zannetmiyorum.
Ama isminiz zaten var, yazıyla olması başka bir şey.
Mesele bence algıda zaten.
Cem Öğretir denince sizce ilk akla kelime bazında ne geliyor?
Ses, ciddiyet diyor birçok insan. Aslında soğuk da buluyor beni. Benimle tanışanlar genelde şunu söylüyor; siz ekrandaki gibi değilsiniz. Daha zayıfsınız, zaten hep gelen bir tepki de bu. O bütün televizyoncuların yaşadığı bir şey. Aynı zamanda beni günlük hayatta daha samimi buluyorlar.
Cem Öğretir haberciliğini nasıl tanımlarsınız?
Şöyle anlatayım; ben bu mesleğe TRT’de başladım, TRT’de bir format edindim. Şöyle bir düşüncem her zaman oldu rahmetli Birand’la çalışırken. O bana hep şunu dayattı. “Gül biraz ekranda gül kardeşim, kahkaha at.” Ama o format bende yoktu. O Birand’ın formatıydı zaten. Benim Birand’dan ayrıldığım nokta oydu. Ben hep şunu yapmaya çalıştım. Köken olarak baktığınızda ben televizyoncuyum. Mesleğe muhabir olarak başladım arkasından prodüktörlük, seslendirme ve spikerlik. Bunların dördünü bir arada yapan ender insanlardan biriyim. Hala da yapıyorum. Yani ben haberi yazarım, hatta gidersek çekerim, seslendiririm, ekrana çıkar sunarım hepsini yapabilecek kapasitedeyim.
Spikerlik eğitimleri de veriyorsunuz.
Aynen spikerlik, diksiyon, beden dili eğitimleri de vermeye çalışıyorum naçizane. Yani çok iddialı olduğumu söylerim ama yaşadıklarımı anlatıyorum orada da. Dolayısıyla da kendimi böyle yapılandırmış bir adamım, ben televizyon yayıncısıyım. Bu bir proje miydi? Hayır. Karşıma çıkan her fırsatı değerlendirmeye çalıştım çünkü televizyonculuğu da öğrenmek istiyordum.
Peki, kendinizi masaya yatırdığınızda Cem Öğretir olarak mesleki açıdan güçlü yönleriniz ve zayıf yönlerinizi nasıl tanımlarsınız?
Çok aceleciyim ve detaycı. Aslında detaycı olmak habercilik için güzel bir şey. Neden diyeceksiniz? Bültenlerde fark yapan şey aynı haberi hangi gözle gördüğünüzdür. Mesleki manada bir adım önde olmayı getiriyor. Ama hastalık boyutuna taşıyorum ben bunu bazen. O hoş değil. Onu kontrol etmeye çalışıyorum.
Sosyal medyada sizi göremedik.
Sosyal medyada benim sadece eğitimci kimliğimi görebilirsiniz. Çünkü ben sosyal medyayı öyle bir kullanım alanı olarak tercih ediyorum. Eğitimlerle ilgili bilgileri içeren Facebook adresim var. Twitter adresimden hiç haber paylaşımı yapmam.
Haberde yorum yapma fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Yapan arkadaşlarım var zaten. Gerekirse yaparım böyle bir ihtiyaç duymuyorum şu anda. Çünkü tekrar edeyim orada bir isim var, o isim kendi bülteni üzerinden yapmıyor bunu. Ben burada bir ortak akla hizmet ediyorum, ortak akılla yapıyorum bu işi. Dolayısıyla benim burada yapacağım bir yoruma içerideki arkadaşım katılmıyor olabilir. Ben ATV haberin y üzüy üm. Şimdi o arkadaşım bu yoruma katılmıyorsa onun krine saygısızlık etmiş olmuyor muyum? Çünkü sosyal medyada olan kişi diyor ki; bak ATV haber böyle düşünüyor. Çünkü benim ismim Cem Öğretir değil orada. Ben ATV haberim orada. Ve birçok arkadaşımla aynı kirde değilim ben burada. Bazen bazı haberler konusunda çok ciddi kavgalar ediyoruz. Ben diyorum ki, vermeyelim bu haberi o diyor ki hayır vermek zorundayız. Burada biz el kaldırıyoruz toplantı yaptığımız zaman. O diyor ki olsun, öteki diyor ki olmasın. Çünkü dini inanıştan tutun da dünya ideolojisine, siyasal ideolojiye hepimiz çok farklıyız. Aramızda hani Budist bile var. Uç noktalar söyleyeyim size. Ateist de var, Müslüman da var. Dolayısıyla çok farklıyız ve biz burada o ortak akılla o bülteni çıkarıyoruz.
Belki burada sizi farklılaştıran şey bunları paylaşmıyor olmanız.
İşte biraz önce söylediğim şeyden dolayı. Marka dediniz ya, ben ATV’nin yüzüysem ve ben de bir markaysam, o marka özdeşleştiyse ikisini ayırabilirim bunu yaparak.
Habere sosyal medyayı katmayı düşünüyor musunuz?
Bakın bu sosyal medya meselesi bizim daha önceki eki- bimizle tartışıldı. Hep beraber oturduk dedik ki böyle bir şey yapalım mı? Erdoğan Aktaş dedi ki “Ben öyle olmasını istemiyorum çünkü burası ATV Haber Merkezi” Aynı fkri ben de destekledim arkadaşlarımla. Ama ben sosyal medyayı eğitim için kullanacağım müsade ederseniz. Ben böyle bir yolu tercih ettim.
Instagram’ınız var mı?
Var fakat kullanmıyorum.
Cem Öğretir markasının bir logosu olsaydı ne olurdu?
Var zaten öyle bir logo. Görmek ister misiniz?
Evet. CSA gibi bir şey mi bu?
Bu bizim aile logomuz. Evet aynen. Kızımız Adanın A’sı, eşim Seda’nın S’si, Cem’in C’si.
Kullanıyor musunuz?
Bunu bazı yerlerde kullanıyorum eğitim dosyalarında. Ayrıca eşime Ada’yı doğurduğu zaman set yaptırdım.
Türkiye’de habercilik serüvenini nasıl anlatırsınız?
Ben tam ordaydım zaten. 95 yılında Eskişehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldum, dolayısıyla haberciliğin tam ortasındaydım o dönemde. Genç habercilik diye bir birim vardı TRT’de, ben orada ekrana çıkıyordum. Daha da öncesine gideyim, hazırlıktan itibaren yerel radyolar yoktu piyasada yeni yeni açılmaya başlamıştı ve yasaklanmıştı.
Evet, radyoların yasaklandığı dönemde siyah kurdela eylemi vardı.
Biz Beyazıt Öztürk’le birlikte birçok yerde kaçak yayınlar yaptık mesela. Radyo sahibinin evinde, samanlıkta, çatıda vericiyi beraber götürüyorduk korsan yayın yapıp kapatıyorduk. Sonra Ankara’ya eyleme gittik, sonra yayınlar serbest bırakıldı. Şu oldu bu oldu derken. Benim aslında ilk başlangıcım radyoculuk. Babamın CD’leriyle kendime bir radyo programı yaptım. Sonrasında habercilik geldi işte. Neden öyle geldi, biraz sesten kaynaklanıyordu aslında. Yönlendirmeler vardı sesin güzel şöyle böyle diye. Tiyatrocu olmak istedim bir dönem, tiyatro oyunlarında oynadım. Müzikle uğraşıyorum. Daha sanatsal yönümle ön planda olmayı istediğim işler yaparken, habercilik çıktı karşıma. Ve dolayısıyla Genç Haber’de başlayınca o işi çok sevdim. Kadriye Kansu bana şunu söyledi, ekrana çıkmak istedim ben dedi ki “Çıkabilirsin ama önce muhabirlik önce orayı öğrenmen gerekiyor” ben o zaman anladım haberciliğin nasıl bir iş olduğunu. Önünüze konan bir şeyi de okuyabilirsiniz, çok da güzel yapabilirsiniz bunu ama haberci olmak başka bir şey. Yani haberci olmazsanız anlatamıyorsunuz meseleyi.
Peki neden halk promter kullanmayanı daha sempatik buluyor?
Halk bunu biliyor mu acaba? Nasıl rahat hissediyorsanız öyle yapmak lazım. Bence o bir tercih meselesi ama bunu bir kriter olarak algılamak bence yanlış.
Sizin için tutku TRT’de mi başladı?
Genç Haber’de başladı.
Dediniz mi o an ''bu benim mesleğim'' diye?
Heyecanlıydı bir defa. O tutku hala devam ediyor. O günün heyecanını ben hala hissediyorum. Benim ilk haberim bir fırına gidip ekmeğin nasıl yapıldığını anlatmaktı. O günü hiç unutmuyorum ilk haberimdi be- nim. Sonra gelip bir de onu sundum. İşte o gün başladı her şey benim için. Habercilikte, gençliğimde hissetti- ğim gördüğüm tabloların aslında hiç de öyle olmadığını anladım. Şimdi bambaşka bir dönem yaşıyoruz. Yine öyle değil bazı şeyler. Dolayısıyla da habercilik o manada çok heyecanlı, çünkü perde arkasını biliyorsunuz birçok şeyin. Ama çoğu insan tele- vizyondan öğreniyor, sizse içindesiniz. İşte bu heyecan beni ayakta tutuyor. Ben içindeyim çünkü.
Peki 90 haberciliği deyince, 90’ların sonu fırtına gibiydi, Ali Kırca’lar, Savaş Ay’lar, Reha Muhtar’lar nasıl değerlendiriyorsunuz o isimleri?
İlk olmanın avantajları çok yüksek. Mesela NTV haber kanalı olarak ilk olmanın avantajlarını hep kullanmıştır. İlk olmak marka olmak konusunda avantaj getiriyor. Dolayısıyla yeni kuşak Fatih’tir, Cem’dir, Cüneyt’tir. Ali Kırca, Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand ekrandayken 4.büyük kanalda ekrana çıkan kişi ben oldum. Fatih de hatta bana onu söylemişti. “Sen bizim işaret fişeğimizsin, sen yürü biz de arkandan geliriz.” Hakikaten de öyle oldu. Ben hakikaten işaret fişeği gibi oldum. Dolayısıyla ben hem bu arkadaşlarımla aynı dönemde çalıştığım, hem de onlarla aynı anda rekabet etme şansını bulduğum için çok şanslıyım. Türkiye’nin ilk markaları onlar.
Sizden sonraki haberciler biz Cem abiden bunları öğrendik şeklinde ne demelerini istersiniz?
''Bu işi doğru yaptı'' desin yeter başka hiçbir sey istemem. Baska bir şeye gerek yok zaten. Nesillerce hatırlanayım gibi bir şeyim yok.
YAZIN DA EKRANDA HABER SUNDUM. BU DÖNEM SEZON KAPATILACAK BİR DÖNEM DEĞİLDİ VE HABERDE SESİM BAZEN LANETİM OLABİLİYOR.
Cem Öğretir nasıl bir imaj çiziyor?
Ses mesela, çok büyük bir avantaj. Bana genelde şunu söylüyorlar. Cem bey çok ciddisiniz ekranda. Ben ekranda çok gülüyorum aslında. Gerçekten güldüğüm zamanlar oluyor ama sesim o kadar ön plandaki insanlar bu ses ne diyor.
Güldüğünüzü görmedim diyeceğim.
Aynen, gerçekten diyeceksiniz bunu. Tabii, işte o yüzden söylüyorum sesim bazen benim lanetim oluyor dediğim bu. Yani beni öyle bir kapatıyor ki insanlar benim kel olduğumu bile hatırlamıyorlar bazen. Yani o kadar ön planda. Dolayısıyla onun içindeki o ton benim bazen görselliğimi siliyor.
Bu sizin için bir avantaj mı?
Bazen avantaj, bazen dezavantaj.
Ayrıca siz çok mimik kullanmayı sevmiyorsunuz.
Evet, yani günlük hayatımda nasılsam şu anda sizinle öyle konuşuyorum. Ekranda nasılsam şu anda da öyle konuşuyorum.
Vazgeçtiğiniz hayalleriniz var mı?
Sanmıyorum çünkü ben hayal kurarım hala hayal kurarım söyle söyleyeyim her gece yattığımda hala hayal kurarım.
Gerçekten mi?
Tabii çünkü ben çok gerçekliğin içinde yaşayan bir adamım. Gün boyu gerçekliğin içinde yaşıyorum ve bu gerçekler bazen gerçekten can acıtıyor. Sonuçta ben de bir insanım ve etkileniyorum bu tür şeylerden. Onları gidermenin tek yolu hayallere sığınmak ve o yüzden hiçbir zaman kaybettiğimi ve kaybedeceğimi sanmıyorum.
Habercinin çevre ile ilişkisi nasıl olmalı?
Mehmet Ali Birand bana Öcalan’ı bulmamı istediğinde bunun önemini anladım. O’nu bulamadım belki ama O’na gidecek kanalları öğrendim. Birand’ın yaptırmaya çalıştığı şey oydu zaten. Öcalan’ın yakalanma- sıyla ilgili hazırladığım haberi de hiç unutmuyorum. Sonra Abdullah Öcalan yakalandığında İtalya’ya giden ilk ekip arasındaydım. Ben o zaman Star Haber’de çalışıyorum. Bir kameraman arkadaşımla birlikte İngiliz pasaportumu göstererek içeri girdim. Televizyonda ilk kez, diğer habercilerin arasında İngilizce de bir röportaj yaptık o zaman. Röportajı montajlayıp benim sunumumla hazırladık. Fakat ekranda, onların çoğu ve benim anonslarım kesilerek yayınlandı. Bu da acı bir deneyimdi. Ama haber tutkunu bu durum bir nebze bile azaltmadı.
Siz sezonu ne zaman kapattınız?
Ben sezonu hiç kapatmadım. Söyle söyleyeyim, çünkü bu dönem sezon kapatılacak bir dönem değildi. Hatta Sina Koloğlu bu konuda bir yazı yazmıştı biz habercileri karşılaştırmıştı. Cüneyt ve Fatih tatilde ama Cem niye ekran- da diye. Sağ olsun bu konudaki duyarlılığımı fark edip de yazdığı için çok teşekkür de ettim kendisine ama bu da bir tercih. Bakın kimseyi eleştirmiyorum yanlış anlaşılmasın şirket kanallarından ama ben gitseydim iyi hissetmeyecektim kendimi. Çünkü normal şartlarda benim 1 ay belki 1 buçuk ay hatta 2 ay çalışmama, haber sunmama hakkım var. Ama içim el vermedi açıkçası. Bir 15 gün gittim geldim. Onu da hani kızımla biraz vakit geçirmek istediğim için.
Ekranda rahat ve özgür müsünüz?
Eğer bir kanalda çalışmayı kabul ediyorsanız başta oranın ilkelerini de kabul ediyorsunuz. Bu kadar basittir. Bir Amerikan firmasında çalışırsınız; şirket size bir kurallar manzumesi sunar. Onu kabul edersiniz, çalışırsınız kabul etmezseniz çalışmazsınız. Ama böyle bir kurallar manzumesi bize sunuldu diye söylemiyorum bunu. Onu zaten bilirsiniz siz, kanalın fikri nedir ne değildir. Nereden bakar meseleye, nasıl bakar ama onun içinde küçük oynamalar yapmak kendi fikrinizle de ekrandan lanse etmek konusunda belli boşluklar ve esneklikler vardır zaten.
Bu dönem ATV haberde değişiklikler ve yenilikler var mı?
Bizde böyle bir değişiklik genelde ekran değişikliğiyle olur. Ekipte de değişiklik yok. Ses, müzik, tasarım.. Her şeyimiz aynı çünkü hani markalaşma surecinde bazı şeylerde ısrar etmekte fayda var. Çok fazla oynamamayı tercih ederiz biz. Küçük değişikliklerle yürür bizde. Tamamıyla değişmesi haber merkezinin değişmesiyle olur.
Diğer ana haberleri izliyor musunuz?
Hep açıktır karşımda. Hep izlerim.
Haberde profesyonelleşiyor muyuz?
Henüz değil. Bizde anchormanlik kurumu daha oturmuş kurum değil aslına bakarsanız. Yani biz neye anchorman diyoruz, ben onu da anlamış değilim. Ben o yüzden haberci denmesini tercih ediyorum. Yurt dışında haberci dediğiniz adam olay yerine bir tırla geliyor. Aramızdaki farkı anlatacağım. Oturuyor, makyözü makyajını yapıyor, asistanları var en az 4 ya da 5 kişi. Biri ayakkabısını parlatıyor. Metnini veriyor, biri prompterını yazıyor. Son halini kontrol ediyor. Bu arada kişisel asistanı yemeğini getiriyor. Eğer konuşmak isterseniz kişisel asistanından randevu alıyorsunuz. Böyle bir ekiple çalışıyor. Amerika’da BM binası önünde haber yapacaktık. Yabancı anchormanlar tırla gelirken. ben size bizim ekibi anlatayım. Yönetmen arkadaşımızla İhlas Haber Ajansı’ndan kiraladığımız araç ve benim satın aldığım masa vardı. Ben bizzat gittim satın aldım. Onu kendim New York sokaklarında taşıdım, getirdim, koydum. Aramızdaki fark bu. Bizim ekibimiz kaç kişi 2. Onların ekibi en az 20 kişi. Diyeceksiniz ki bu pastadan pay alma ile doğru orantılıdır. Mesala bizde 7 milyar dolarlık pay vardır, onlarda 327 milyar dolarlıktır. Ama yapılanmamız da farklı. Ben Soma’da çok eğimli bir alanda haber yaptım ve arkadaşlarım beni bacağımdan iple ağaca bağladılar. Ve ben 1 saat, 1 buçuk saat boyunca öyle bir alanda yayın yaptım, masayı da tutarak. Hem masayı tuttum, hem konuştum ki oraya gelişim habere 15 dakika kalaydı. En iyi görüntüyü yakalamak için, kendi hayatınızı riske atıyorsunuz. Beni ertesi gün gidip kablolarla bağlamıştık ilk etapta. Ertesi gün gidip kendi paramla halat satın aldım. Onu da ben aldım. Aramızdaki fark bu. Onlar profesyonelleşirken biz hala teknik ayrıntılarda takılıp kalıyoruz.
Dış görünüşünüzle ilgili kıyafet konusunda kimden fikir alıyorsunuz?
Hiç kimseden fikir almıyorum. Eşim de çok fazla karışmaz. Yani genel olarak iyi bir zevkim olduğunu söylerler. Sarar benim sponsorum yıllardır öyle.
Haber dışında neler yapıyorsunuz?
Game of Thrones en sevdiğim yabancı dizidir. Tam benim karakterimi yansıtan bir dizi. Ben heavy metal dinlerim aslında. Çalmaya çalışırım, rock kökenli bir müzik algım var. Alanları birbirine karıştırmayı çok sevmiyorum.
Cem öğretir bir kitap yazacak mı?
Başladım bir kitap yazmaya, iletişim üzerine, beden dili ve diksiyon üzerine bir kitap. 50 sayfa oldu. Çok geniş kapsamlı bir şey yapmayı da düşünmüyorum. Bir uygulama da gelecek. Seminerlerim zaten devam ediyor. Bu yıl her hafta sonu bir yerdeyim.
Siz gençlerle en fazla iletişim içinde olan anchormanlerden bir tanesisiniz, gençliği nasıl buluyorsunuz?
Bir kere enerjilerini doğru kullanmayı bilmiyorlar. Çok fazla gelecek kaygıları var ve o gelecek kaygısı ne yazık ki parayı endeksli bir gelecek kaygısı. Dolayısıyla işi yapmaktan çok parayı kazanma endeksli bir hayat tarzı güttükleri için soru sormak veya onun key ni çıkarmak, hayatı yaşamak gibi bir dertleri yok. Sadece bir an önce meslek edinip para kazanmak gibi bir dertleri var. O getiriyor bu durumu da. Ben hayatımı böyle istediğim gibi yaşıyorum diyenler aslında kazananlar olacak. Diğerleri sadece para kazananlar ve hayatlarını o uğurda heba edenler olacak. Bizim kuşağımızda da bu böyleydi.
Son sözleriniz alalım
Marka olacağım diye yola çıkan hiç kimse marka olamaz bence. Kendinizi bir proje olarak tasarlarsanız o zaman olmuyor. İnanç olması lazım. Markanıza inanırsanız belki olur. Bu röportajdan sonra ben bir marka mıyım diye soracağım.
YORUM YAZIN
Max. 255 karakter girebilirsiniz
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok