Gıdada dünyanın ilk beş firmasından biri olmak bizim için zor olan bir hedef değildir

Gıdada dünyanın ilk beş firmasından biri olmak bizim için zor olan bir hedef değildir. Bütün kararlılığımızla bu imkânları sadece ülkemiz için değil ben biraz da insanlık olarak bakıyorum, bütün insanlığın da faydalandığı yol ve yöntemlere dönüştüreceğimize inanıyorum.     Vizyoner’15 Zirvesi Gelecekte Markalaşma oturumunun konuklarından, Pankobirlik Başkanı Recep Konuk’la, Konya Şeker’in 2023 hedeflerini, gelecekte Türkiye ekonomisini şekillendirecek yeni pazarlar ve sektörlerin neler olacağını ve Türkiye’nin küresel markalar oluşturmak konusunda neler yapması gerektiği konularında çok özel bir röportaj gerçekleştirdik.   Vizyoner’15 ilk defa düzenlenen bir organizasyon. Bu organizasyon hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Öncelikle gelecekle ilgili hassasiyet gösteren ve geleceği kurgulamayı bugünün mecburiyeti kabul edip bu tür bir organizasyonu düzenleyen MÜSİAD’ı yürekten kutluyorum. İnsanlar gibi şirketlerin de tek tek hedefleri, gelecekle ilgili planlamaları vardır, yoksa da olmalıdır. Bir insanın veya şirketin hedefi varsa ve o hedefe uygun hazırlıkları yapar, aşama aşama ilerlerse hedefine ulaşabilir. Mutlak ulaşır demiyorum, ancak ulaşabilir. Ulaşamasa bile en azından o hedefe giden yolda önemli mesafeler alır. Bugün çok sayıda insan ve hemen hemen her şirket kendisine bir rota çiziyor, 3 sene, 5 sene, 10 sene, 20 sene sonrası için hedefler belirliyor, hedef koyuyor. O hedefe ulaşmak için de hem hazırlık yapıyor hem de kendi dışındaki dünyanın nasıl şekilleneceği tahmin ederek ona göre hem pozisyon alıyor, hem ilave donanımlar ediniyor hem de ittifaklar yapıyor veya ilişkilerini şekillendiriyor. Bu dağınık hedefler ve hazırlıklar kişileri veya şirketleri bir yere taşır, taşıyabilir, ancak topluca bir hedefi gerçekleştirmek için bunun yeterli olmayacağı da açıktır. Kalabalıklarla organize gurupları bir birinden ayıran temel fark kalabalıkların ortak bir hedefinin olmaması organize grupların ise ortak hedefe sahip olmasıdır. O ortak hedef olunca 10 kişilik bir gurup dağınık 100 kişilik bir guruptan daha güçlüdür. O nedenle ben MÜSİAD’ın düzenlediği bu organizasyonu son derece önemli ve değerli buluyorum. Ülkemiz iş dünyası için ortak bir vizyon oluşturmanın, ortak bir hedefe onlarca şirketi kanalize etmenin gelecek açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Geçmişi değiştiremeyiz, ancak geleceği şekillendirebiliriz. Geleceği şekillendirme iradesinin ortaya çıkması bile başlı başına büyük bir iştir ve bu iradeyi ortaya koyan MÜSİAD’ı üstlendiği misyon ve temsil ettiği vizyon nedeniyle kutluyorum. Geleceğin pazarlarından, teknolojisine, yükselen sektörlerden finansmana, markalaşmadan, insan boyutuna kadar geleceğin bütün bileşenlerinin konuşulacağı bu toplantı ile MÜSİAD gelecek nesillere karşı da bizim yükümlülüğümüzü yerine getiriyor. Kendilerine hem bir Türk vatandaşı hem bir üretici hem de iş dünyasının içinde olan biri olarak teşekkür ediyorum. Konya Şeker olarak gelecekte, sektörünüzde yerinizi korumak ve büyümek adına sürdürülebilirlik açısından ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Hedefiniz nedir? Bizim iç pazarımız sağdan da saysak, soldan da saysak 78 Milyona ulaşmıyor. Ama dünya pazarı neredeyse 7 Milyara dayandı. Yani iç pazarın 100 katı. O nedenle biz küçücük bir pastanın başında az olan için kavga etmektense pastayı büyütüp huzurla bölüşmekten yanayız. Yani iç pazarda büyümek elbette önemli ancak bunun fiziki sınırları var. Bu ülkenin özellikle gıda sektörü açısından imkânları büyük, kabiliyetleri yüksek. O nedenle bir birimizle kıran kırana mücadele yerine asıl yapmamız gereken dış pazarlar için mücadeledir. Mesela rakip firma diyorlar ben kimseyi rakip firma olarak görmüyorum, onlar bizim sektör paydaşlarımız. Onlar ne kadar kaliteli üretirse, bizim ürünlerimizin kalitesi de o kadar yükselir, biz çıtayı ne kadar yükseltirsek, onlar da o çıtayı aşmak için çaba sarf eder ve bunun kazananı ülkemiz olur. Ancak Konya Şeker olarak bizim kardeş firmalara göre avantajlarımızın olduğunu da söylemem gerekir. Bu dünyadaki firmalara göre de avantajdır. Mesela Konya Şeker’in uyguladığı sözleşmeli üretim modeli dünyanın hiçbir yerinde bu büyüklükte değil. En büyüğü biziz. Sözleşmeli üretim modelinin hayata geçtiği, pratikte uygulandığı ve sonuçlarının alındığı en büyük alan şu anda Konya Şeker’de. Biz 250 Bin Hektarın üzerinde bir alanda sözleşmeli tarım yapabiliyoruz. Bu devasa bir avantajdır. Kaldı ki bizim üretim alanımız 1.100 rakımdadır ve dünyanın en iyi rayihalarının olduğu bölgedir. Çatalhöyük rastgele bu bölgede kurulmamıştır. Dünyanın 9 Bin yıl öncesindeki 10 Bin nüfusu tesadüfen burada toplanmamıştır. Bunun dayanakları var. Biz bunları biliyoruz ve farkındayız. Böyle bir bölgede bu potansiyele sahipsiniz. Kaldı ki bizim kardeş kuruluşlarımızın birçoğunda nihai ürünün birinci kademesi olan tohumla ilgili bir çalışma yok. Sizi en tepeye taşıyacak olan verimli tohumla başlayan süreçtir. Bu süreç sizin rekabet gücünüzü de, nihai ürününüzün kalitesini de belirler. 60 yıldan beri sözleşmeli tarımı üreticinin hafızasıyla örtüştürmüş bir kurumuz. Bunun zirai üretim ayağı var. Binlerce çiftçiyle 250 Bin Hektarlık bir arazide kullandığı tohumu şekillendirecek hem teknolojiye sahipsiniz hem de onu üreticiyle buluşturuyorsunuz. Bu da müthiş bir imkân. Bu zincirin sadece 2 halkası. Sonra araziye göre sulama sistemi üretiyorsunuz. Yani kumaşı bedene göre dizayn ediyorsunuz. Bu da bizim sistemimizde var. Tohumla başladık, sözleşmeli tarım dedik, üreticiler tarafından bunun üretim ayağı, sonra bunları kabaca işliyorsunuz. Çumra Şeker Entegre Tesisimiz  şeker tesisi olarak dünyanın en modern tesisidir. Türk mühendislerinin geliştirdiği, başta Amerika olmak üzere birçok yabancı ülkenin de taklit ettiği en modern üretim tesisine sahibiz. Şimdi hammadde üretiyorsunuz sonra işliyorsunuz. Sonra bu bununla kalıyor mu? Oradaki yarışta da dünyada açık ara öndesiniz. Sonra bu tesislerin ürünlerini katma değerli hale getiriyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Şeker olarak çıkmıyorsunuz. Şekeri farklı ürünlere dönüştürüyorsunuz. Çikolatasını yapıyorsunuz mesela. Bu esnada çıkan proses atıklarını çok daha verimli hale getiriyorsunuz. Bugün 100 km araçla seyahat eden vatandaş 2 km’sinin bedelinin %56’sını bize ödüyor. Yani 100 km yol gidiyorsanız 1 buçuk km yakıtın bedelini siz Konya Şeker’e ödüyorsunuz. Biyoyakıtlar üretiyorsunuz, ne ile üretiyorsunuz? En iyi maliyetle üretiyorsunuz. Çevreyi de koruyarak üretiyorsunuz. Karbon emisyonlarıyla ilgili bütün kaygıların izale edildiği bir yöntemle üretiyorsunuz. Var mı kardeş kuruluşlarda veya rakip kuruluşlarda? Yok. Bununla mı kalıyorsun? Havadaki gazı toparlıyorsunuz, 6 ayda geri dönüşümünü sağlayan bir üretim yapıyorsunuz. Bu üretim esnasında kullanacağınız kömürü ocağından alarak orada yeni bir sinerji üretiyorsunuz. Oradaki elektrik enerjisinin dağıtım ve kullanımında diğer kardeş kuruluşlara göre yine avantajlar oluşturuyoruz. Ve bütün bunların pazar ağını kuruyorsunuz. Pazarlama firması da size ait. Satış firması size ait. Merkezleri İstanbul, daha sonra Londra vs. olarak genişleyecek. Bunların oluşturduğu sinerji azımsanacak, rekabette bizi geride bırakacak sinerjiler değildir. Yabancı firmaları tanıyorum. Bizi onlarla rekabet edecek ve onların açık ara önüne geçirecek alt yapılardır bunlar. Bunların tamamı tamamlanmıştır. Bunlarla biz 2023’e, 2071’e bu ülkenin bahtını tazelenmiş yeni baharlar olarak taşıyacağız. Gıdada dünyanın ilk beş firmasından biri olmak bizim için zor olan bir hedef değildir. Bütün kararlılığımızla bu imkânları sadece ülkemiz için değil ben biraz da insanlık olarak bakıyorum, bütün insanlığın da faydalandığı yol ve yöntemlere dönüştüreceğimize inanıyorum   Gelecekte Türkiye ekonomisini şekillendirecek yeni pazarlar ve sektörler sizce hangileri olacak? Geleceği konuşurken ve gelecekte nerede olacağımıza dair somut hedefler belirlerken hem dünyanın seyrine hem de Türkiye’nin seyrine bakmalı, elimizdeki malzemeden ne çıkarıp avantaj elde ederiz, Türkiye’de ve Dünya’da ne üretirsek bir adım öne çıkarız, iyi hesaplamalıyız. Bugün 7 milyar 300 milyon olan dünya nüfusunun, 2050 yılında yani 35 sene sonra 9 milyarı aşması bekleniyor. Bu artışta en büyük payın Çin ve Hindistan gibi gıda üretimi sınırlı ancak büyüyen ekonomilerin olacağı da başka bir tahmin. Bugünkünün yaklaşık dörtte biri fazla nüfusa sahip olacak olan dünya ekonomisi içinde stratejik öneme sahip olacak ve ülkelerin güvenliğini de etkileyecek sektörlerin ise gıda ve enerji olacağını hem uluslararası kuruluşlar hem ekonomi uzmanları, hem devlet adamları, hem de stratejistler özellikle vurguluyor. Biz Türkiye ekonomisi açısından bu iki sektörün önemini koruyacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra hükümetimizin özellikle üzerinde durduğu savunma sanayinin de yine ülkemizin yükselen sektörlerinden olacağını, İstanbul’un finans merkezi olarak belirlenmesiyle birlikte finans sektörünün de gelecekte büyümesini devam ettireceğini tahmin ediyoruz. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin kişi başına gelirlerinde önümüzdeki dönemde iyileşmeler, beklenen bir diğer gelişme. Özellikle G20 liderlerinin dünyanın huzuru ve istikrarı için refahın yaygınlaştırılmasının önemine yaptıkları ısrarlı vurgu ve uluslararası kuruluşlara refahın yaygınlaşması için yaptıkları çağrılar da yine bugünün kıyıda köşede kalan pazarlarının büyüyebileceğine dair güçlü işaretlerdir. Bu pazarlar ile tüketici kimliği üretici kimliğine ağır basan pazarlar Türkiye açısından özellikle gıda sektöründe önemini arttıracak. Ancak bu pazarların küresel pazarlara açılış için sadece bir durak olduğunu ülkemiz açısından asıl önemli pazarların, büyümemiz gereken pazarların yüksek gelir gurubu ülke pazarları olduğunu düşünüyoruz. Oralarda yükselebilmek içinde markalaşma başta olmak üzere üretim standartlarımızı yükselmek ve inovasyon konusunda almamız gereken mesafeler olduğunu açık yüreklilikle kabul edip hazırlıklarımızı ona göre yapmamız lazım. Türkiye’de yeni iş alanları ve geleceğe hitap eden markaları yaratma konusunda sizin tespit ettiğiniz eksiklikler nelerdir? Bu konuda neler yapılmalı? Küresel markalar oluşturmak konusunda problemlerimiz var mı? Var. Çok başarılı mıyız bu konuda? Elbette değil. Ancak bu problemler çözülemez problemler olmadığı gibi, başarılı olamayacağız diye de bir kaide yok. Yapmamız gereken açık yüreklilikle problemleri tespit etmek ve çare üretmek. Mesela küresel pazarlarda temel problemlerimizden biri, bizim dünyada tartışmasız lider konumunda olduğumuz ve referans kabul edilebileceğimiz bir üretim alanımızın olmamasıdır. Bildiğiniz gibi Almanya denilince otomotiv sanayi akla geliyor. Tank gibi araba ürettiklerine dair bütün dünyada bir kanaat var. Bütün pazarlar da kıyaslama Alman otomobilleri üzerinden yapılıyor. Bu markaların başarısı mıdır? Alman otomotiv sektörünün başarısı mıdır? Tartışılır. Ancak tartışılmayacak bir gerçek şudur; dünyadaki bu algı hem Alman otomotiv sektörünü hem de markalarını büyütüyor. Benzer husus Fransız parfümeri sektörü, Japon elektronik sektörü için de geçerlidir. Her hangi bir üretim alanında bir adım öne çıkıp o ürünlerde referans ülke olmak sadece o üretim kolunda fayda sağlamıyor, ülke mallarına yönelik kalite algısını yükselttiği için diğer üretim kolları ve sektörlere de mutlak surette olumlu etki yapıyor. Yani Alman otomobilleri sağlamsa, çamaşır makinası da sağlamdır, çamaşır makinası kaliteliyse deterjanı da kalitelidir diyor tüketici. Yani bir üretim kolu lokomotiflik yapıyor, sektör veya diğer sektörlerin küresel pazarlarda yolu açılıyor. Biz de bir üretim kolu veya bir veya bir kaç sektöre dünyada referans kabul edilecek şekilde yatırım yapabilir, o üretim kolu veya kollarında dünyada öne çıkmak için ciddi ve kararlı bir gayret gösterebilir, belirleyeceğimiz bu alanlarda küresel birkaç marka oluşturmak için ciddi bir gayret sergileyebiliriz, hatta sergilemeliyiz. Bu alanlar hangileri olabilir? Bunu tartışabiliriz ve tartışmalıyız. Mesela, gıda ve tekstil bu hedefi gerçekleştirmek için uygun iki sektör olarak öne çıkıyor. Birinde müthiş bir üretim altyapısına sahibiz, diğerinde hem büyük bir üretim tecrübemiz hem de işletme ölçeklerindeki problemlerimize, markalaşmadaki eksiklerimize rağmen çok sayıda üretim tesisine sahibiz. Bu iki sektörde eksiklerimizi açık yüreklilikle tespit edip kendi durumumuza uygun çözümler üretirsek bu iki sektörden de küresel markalar çıkarmamız mümkündür. Mesela eksiklerimizden biri bu sektörlerin geleceğini mutlak surette etkileyecek ve her iki sektörün de inovatif yönünü olumlu ya da olumsuz etkileyecek eğitim politikalarımızdır. Tekstilde veya gıdada bir adım öne çıkmak istiyorsak bunu kimle yapacağız, nitelikli, yenilikçi iş gücüyle, insan kaynağı ile. Mevcut durumumuz bunu sağlayabilir mi? İmkânsız demeyeyim ama zor. Bu iki sektör mevcut halde bile Türkiye’nin iddialı olduğu sektörlerden. Üstelik de bu iki sektörde Türkiye üretici konumda. Yani iki sektörde de küresel pazarlarda tüketici konumda değil. Peki, bu iki sektörde gençler kendi geleceklerini görüyor mu? Mecbur kalanlar hariç görmüyorlar. Bunu nerden anlıyoruz, gençlerin meslek tercihlerinden. Geçtiğimiz yıl LYS’ye giren gençlerden Gıda Mühendisliğini tercih edenler içinde en yüksek puanlı gencimiz ilk 33 bindeydi. Tekstil Mühendisliği eğitimi veren üniversiteler içinde en iyi puanla öğrenci alanı ancak 61 binden öğrenci alabildi. Gıda sektörüne yaptığı üretimle altyapı teşkil eden tarım sektöründe geleceğini arayan gençlerimizin eğitim aldığı ziraat fakülteleri 200 binlerden öğrenci alabildi. Tekstil sektöründe markalaşmanın olmazsa olmazı, üretimin tasarımla ve moda ile buluşturulması. Moda tasarım eğitiminde de durumumuzun diğerlerinden farkı pek yok. Ancak en garip işlerimizden biri mesela Denizli’de yaklaşık 100 bin kişi tekstil sektöründe istihdam ediliyor. Denizli, özellikle ev tekstilinde sadece Türkiye’nin değil dünyanın en önemli üretim merkezlerinden biri. Hem üretim hacmi yüksek hem de kaliteli üretim konusunda bir problem yok. Tekstil sektörünü nitelikle nasıl donatacağız. Eğitimle. Denizli’de bir kamu üniversitesi var. Tekstil mühendisliği eğitimi var mı? Var. Meslek Yüksekokullarında mesleki eğitim imkânı da var. Ancak iki husus var ki, bana göre bizim eksiğimiz de orada ortaya çıkıyor. Denizli gibi tekstilin merkezi bir ilde bizim oradan hem inovatif ürünler çıkarmamız hem de küresel markalar çıkarmamız için iki büyük iş daha yapmamız gerekiyor. Moda ve tasarımda birinci sınıf işler çıkarmamız, tekstil sektörü için bilgi ve bilimi de o işin merkezinde üretmemiz lazım. Üniversitenin moda tasarım bölümü var, var ama Meslek Yüksek Okulu bünyesinde. Aynı bölüm mesela Giresun’da da var. Arada bir fark yok. Sıralamada da hemen hemen aynı puanla öğrenci alıyor. Yani daha üst puanlı yerleri tutturamadım bari moda tasarım okuyayım elimde diploma olsun diyenler ağırlıklı olarak okuyor. Yine bir diğer gariplik üniversitede Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsü var, ancak tekstil ile ilgili bir enstitü yok. Tekstilde, gıdada inovatif ürünler üretmeden, özellikle tekstilde moda ve tasarım konusunda birinci sınıf işler yapmadan küresel marka çıkarmamız mümkün değil. Ne yapalım, gençler tercih etmiyor demek işin kolayına kaçmaktır. Durumun devamına seyirci kalmaktır. Mesela bizim en zeki çocuklarımız, LYS’de ilk bine, hatta 10 bine giren çocuklarımız ağırlıklı olarak tıp okuyor. İlk binde tıp tercih etmeyenler, bilgisayar mühendisliği, elektrik elektronik mühendisliği, uçak mühendisliği okuyor. Üçünde de biz üretici değil kullanıcıyız. Bu evlatlarımızın hayat macerası ağırlıklı olarak şöyle şekilleniyor. Okul bitince mesleklerini icra edecekleri ya da mesleki tatminlerini de sağlayacak bir çalışma ortamı bulamıyorlar. Yurt dışına yüksek lisans için çıkıyorlar ve akademisyen olanlar hariç bir daha geri dönmüyorlar. Yani biz başarılı evlatlarımızı başka ülkelerin üretici konumda olduğu alanlarda eğitiyor, kendimiz değerlendiremiyor ve eğitilmiş hazır olarak başka ülkelerin istifadesine sunuyoruz. Bizim bu kısır döngüye müdahale etmemiz lazım. En azından büyümeyi arzuladığımız sektörlerde, üretim kollarında kurmaylık yapacak, inovatif yönümüzü güçlendirecek gençlerimiz için bu sektörleri tercih edilebilir hale getirecek cazip tekliflerle onların önüne çıkmamız lazım. Bunda kamu sektörü uzun vadeli bir planlama ve burs sistemini devreye sokup ilk bindeki, beş bindeki gençlerimizin meslek tercihleri içine gıda ve tekstili dâhil edebilir, etmeli de. Küresel marka çıkarmadaki bir başka problem alanımız işletme ölçeklerimiz ve işletmelerimizin üretim hacimleri olabilir. Mesela Gaziantep’in Denizli’nin tekstildeki toplam üretim hacmi birçok küresel markanın üretimini katlayacak hacimdedir. Veya Karaman’ın atıştırmalık üretim kapasitesi bugün gıpta ile baktığımız birçok markanın üretim kapasitesinden yüksektir. Ya da Konya’nın unlu mamuller üretim kapasitesi dev markaları katlayacak seviyededir. Sayımız belki çok ancak açık denizlere açıldığımızda hepimiz veya hepsi bu açık denizlerde küçük balık olarak kalmak zorunda kalıyoruz. Bu sadece bizim handikabımız değil. Bu özellikle çok uluslu ve sermaye yapısı karışık gurupların ortaya çıkması ve küresel markalar üzerinden dünya ticaretine hâkim olmasıyla üretim yapısı bizim gibi olan birçok ülkenin ve ölçek itibarıyla bu rekabeti yürütmesi mümkün olmayan şirketlerin sorunu haline geldi. Ancak bu duruma bazı ülkeler ve bazı şirketler akılcı çözümler de üretmeye başladı. Yani açık denizlerde büyük balığa kolay lokma olmamak için küçük balıkların bir araya geldiği iş modellerini geliştirmeye başladılar. Tek tek açılamadıkları büyük denizlere bir olarak açılmaya başladılar. Tek tek rekabet edemedikleri küresel markalarla gruplaşarak rekabet etmeye başladılar. Mesela, İtalya’da 15 şirket bir araya gelerek havacılık ve hava savunma sanayinde bir marka organizasyonu kurdu. Bunlardan mesela birisi uçağın elektronik sistemini yapıyor, biri kanadını yapıyor, biri silah sistemlerini üretiyor, biri lastiğini yapıyordu. Sektörde dev firmalar sahne alınca tek tek yaptıkları bu işlerin pek bir anlamı kalmadı. Yani müşteri ve pazar kaybetmeye başladılar. Onlar da bu dev rakipleriyle rekabet edebilmek için bir araya gelip bir iş organizasyonu geliştirdiler. Kendileri müstakil işletme olarak kaldı, ancak işlerini birleştirdiler. Büyük ihalelere birlikte girmeye başladılar ve bugün büyük markaların elinden iş almaya başladılar. Benzer şekilde gıdada işbirlikleri gelişmeye başladı. Mesela rafta aynı marka ile daha çok ürünle yer alabilmek, lojistik, pazarlama, marka iletişimi ve yönetimi gibi tek tek düşünüldüğünde büyük bütçeli işlerin mali külfetini bölüşerek yükü hafifletmek için işletmeler bir marka çatısı altında buluşmaya başladı. Örneğin biri çatısı altına girdiği marka için makarna üretirken, diğeri donuk gurubu ürünler, bir diğeri bisküvi, bir diğeri çikolata, bir diğeri bakliyat, bir diğeri süt ürünleri üretmeye başladı. Marka çatısı altında birbirini tamamlayan birliklerin yanı sıra şimdi aynı üretim alanında ölçek ekonomisinin avantajlarını kullanan marka oluşumları konuşulmaya başlandı. Dünyada başarılı örnekleri ortaya çıkmaya başlayan Marka Birlikleri ve Marka Kooperatiflerini biz de özellikle küresel pazarlara açılırken bir markalaşma stratejisi olarak tartışabilmeli, konuşabilmeliyiz. Geleceği kazanmak için bugün konuşmamız gerekiyor, konuşmak da yetmiyor konuştuklarımızdan çıkan sonuca göre harekete geçmemiz gerekiyor. Sanırım aşağı yukarı herkesin tespiti aynıdır, sorunlarımız konusunda da yine bir fikir ortaklığı vardır. Yani küresel pazarlarda etkin marka sayımızın iki elin parmaklarını bulmadığı konusunda hepimiz aynı tespiti yapıyoruzdur. Küresel pazarlarda büyük markalarla etkin oyuncu olmak sanırım hepimizin ortak arzusudur. Çünkü hem devletimiz hem de iş dünyası sanırım aynı fikirdedir, herkes küresel pazarlarda tanınan markalara sahip olmadan üst gelir gurubu ülkeler arasında yer alamayacağımızın idrakindedir. Peki, ne yapacağız? Ben size basit bir örnek vereceğim. Almanya bir futbol devi. 2000’li yıllara adım atarken hem kulüpler hem milli takımlar bazında başarısızlıklar peş peşe gelince, yeni bir yapılanmaya gitti. Lafı fazla uzatmayacağım tepedeki bir iki isim değişikliği yerine sistemdeki sorunlarını açık yüreklilikle ortaya koydular ve çare için uzun vadeli bir planlama yaptılar. Yüzlerce altyapı hocası yetiştirdiler. Üst düzeyde oynatabileceği 15-20 futbolcu için 14 bin yetenek keşfetmeyi hedeflediler. 300’ün üzerinde tarama noktasında 600 bin civarında genci yetenek taramasından geçirdiler. Üst yapılara ayırdığından daha fazla kaynağı altyapılara ayırdılar. Yüzlerce antrenörle altyapılarda nitelikli futbol eğitimi verdiler. Sonuç, kulüp takımları ve milli takımlar düzeyinde yine başarılı günlere döndüler. Futbolun yine büyük markası oldular. Biz de baştan şunu kabul etmeliyiz. Mucize dokunuşlar yok. Talih kuşu durduk yere kimsenin başına da konmayacak. Eğer biz geleceği kurtaracaksak, gelecekte büyük işler yapacaksak hem akıl terletmemiz hem bir proje dâhilinde ve o projeyi bir disiplin içinde yürüterek, sabırlı bir süreç kurgulamalıyız. Küresel markalar mı çıkaracağız? Üretim bandında çalışacak nitelikli iş gücünden, AR-GE’ye, tasarımdan, pazarlamaya kadar yan sektörler dâhil nitelikli bir gurubu hiçbir alanı ihmal etmeden hazırlamalıyız. Yoksa 5-10 sene sonra da yine bu sayfalarda aynı şeyleri başka başka isimler konuşmaya devam eder. Toplantılarda, röportajlarda markalaşmanın önemi konuşulurken, bizim ülkemizin gençleri, çocukları da tıpkı bugünkü gibi bu süreçleri aşmış başka ülkelerin markalarına servet akıtmaya, ödedikleri marka farkıyla gelişmiş ülkelerin refahını finanse etmeye devam eder.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER