Geleceğin Startını, Startuplar Verecek...
Samsung bence uzunca yıllar pazarda liderliğini sürdürecek bir şirket. Çünkü 300 000 çalışanın 4’te 1’i Ar-Ge yapıyor. Yılda, yüzde 6,5 yani 13 milyar dolar civarındaki bir rakamı Ar-Ge’ye ayırıyor. Dünyanın en fazla patente sahip ikinci şirketi ve düzenli patent üretiyor.
Samsung Başkan Yardımcısı Tansu Yeğen, Bill Gates’in elinden aldığı ödüllerle “Bill Gates’i şaşırtan Türk” başlığı ile dünya medyasında yer alarak, hem kendi yıldızını hem de Türkiye’nin yıldızını parlatan marka isimlerden biri.
Teknoloji ve özellikle cep telefonu pazarında geçmişe baktığımızda bir çok markanın tarihten silindiğini görüyoruz. Rekabetin bu derece kızgın olduğu bir ortamda adeta küllerinden doğan Samsung’un bu önlenemez yükselişi dikkatleri üzerine çekiyor. Brand Finance'ın "Dünyanın En Değerli Markaları Araştırması”nda Samsung, rakibi Apple’ın ardından ikinci sırada yerini aldı. Bu iki markanın tatlı rekabetinde Samsung’u ilk sırada görürsek şaşırmayacağa benziyoruz. Bu yükselişe bir Türk’ün imzasının olması gurur verici.
Tansu Yeğen, Alman Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Mühendisliği’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi’nde İşletme mastırının ardından sırasıyla Digital Equipment, Hewlett-Packard ve ardından 1998 ve 2005 arasında Microsoft’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Ardından Bilkom’la Apple işbirliğini kurdu ve 2007 yılının başında Turkcell Ukrayna’nın başına geçti. Sonrasında Turkcell Avrupa’nın kuruluşunda yer aldı. 2008 yılında Avrupa’nın en iyi CEO’su seçildi. Daha sonra IBM Türkiye Genel Müdürlüğü’nü yürüten Tansu Yeğen, 2013’den beri Samsung Türkiye’de Başkan Yardımcı olarak görev almakta.
Türkiye’deki iş hayatı ile yurt dışını kıyaslamanızı istesek neler söylersiniz?
Bence ülkemizdeki şirketlerin önündeki bir numaralı sıkıntı ki şu anda büyük şirketlerin 80 adet CEO’su ile dijitalde neler yapıyorlar diye görüşüp sıkıntılarını anlamaya çalışıyorum, mevzuattaki sorunlar. En büyük sıkıntı devamlı değişen mevzuat ve regülasyondaki yenilikler oluyor. Ayrıca ülkemizdeki şirketlerde verileri çok hızlı analiz edebilecek gelişmiş sistemlerin olmaması da önemli bir sorun. Çünkü dünya artık öyle bir noktada ki, bir yerde arz bir yerde talep var. Bu talebi çok hızlıca keşfetmek lazım. Ona da hızlıca arz ile geri dönebilmek lazım. Onu yapan şirketler başarılı oluyor. O yüzden internet ekonomisi (startup) dediğimiz bu şirketler çok yoğun bir şekilde inovasyon getiriyor. Dünyadaki şirketler inovasyon konusunda geride kaldıklarını düşündükleri için, ülkelerinde bulunan startuplar ile yoğun bir şekilde ve iç içe çalışıyorlar. Ülkemizde ise henüz o noktada değiliz. Ama Accenture’un B20 toplantısında yapmış olduğu araştırma diyor ki; eğer girişimci şirketler ve büyük şirketler, startup şirkerleri ile çok yakın çalışsalar Türkiye için inovasyon konusunda ekonomiye katkıları 21.9 Milyar dolar olacak. İnanılmaz bir rakam bu. Örneğin, PWC’ nin sonuçlarını yakın zamanda paylaştığı 1700 CEO ile görüştüğü araştırmada, CEO’ lar diyorlar ki; bizim şirketin çalıştığı iş modelini değiştirecek olan şirket teknoloji pazarından çıkacak. Bu sabah inceliyordum, on tane değeri 1 milyar doları aşmış olan startup şirketin toplam pazar değeri yaklaşık 250 Milyar dolar olmuş. Bu şirketler 25 milyar dolar civarında yatırım yapmışlar. Bunlar belirli endüstrileri, yıkıcı iş modelleri ile şirketleri işlerinden ediyorlar. Dünyadaki CEO’ların yüzde 32’ si bu şirketlerden korkuyor.
Los Angeles’da yeni kurulan Purple startup firması, bir mobil uygulama ile aracınıza olduğu yerden benzin dolduruyor. Siz sadece mobil uygulamaya indiriyorsunuz, ödemeyi yapıyorsunuz ve tabi ki benzin kapağınızı açık bırakıyorsunuz. Petrol şirketlerinin bu tarz startup şirketleri ile işbirliği yapması gerekli. Şirketlerin bu değişimleri takip edip ayak uydurmaları hayati önem taşıyor.
Peki Türkiye bu değişimleri takip edebiliyor mu?
Ülkemize şu anda 4,500’e yakın startup şirketi var. Bu startupların en büyük sıkıntısı; şirketlerin CEO’ları ile görüşememek. Ortak iş üretebilmek için ortak noktada buluşmak gerekli. Bizlerin rolünden bir tanesi, startupları CEO’larımızla bir araya getirmek. Şirketlerin yöneticilerine, startup tarafında neler olduğunu, yenilikleri ve değişimleri gösteriyoruz. Bazı şirketlerimiz gerçekten bunu hakkı ile yapıyor. Ekipleriyle silikon vadisine gidip orada neler oluyor, neler bitiyor araştırıyorlar. Bazı şirketlerimiz ise ne yazık ki bir şey yapmıyor. Çok önemli iki konu olduğunu düşünüyorum.
Gelecekle ilgili teknoloji denince hayallerimizi nasıl kurmalıyız?
Eskiden “Hayallerin biraz ayakları yere basması lazım” derdik. Elon Musk diye biri var, hayranlıkla izliyoruz kendisini. İki üç konuda herkesi şaşırttı. Birincisi; elektrikli araba diye tutturdu, elektrikli arabaları yapmaya başladı. 50.000’e yakın elektrikli araba satıyor. Tesla, yazılımını güncelledi. Araba bir anda sürücüsüz araba oldu. Yani sürücüsüz araba demek: siz içine biniyorsunuz, şuradan şuraya git diyorsunuz araba sizi götürüyor hiçbir yere çarpmadan bir de üstüne üstlük park ediyor sizi. İkincisi, Hyper Loop diye bir şeye yatırım yapıyor. “Sizi kapsüllerin içine koyacağım orada inanılmaz hızlı gideceksiniz” diyor ve herkes “olur mu öyle bir şey?” diyor. 2017’ de yaklaşık saatte 1400 km hızla taşımak üzere kapsüller olacak, içine oturacaksınız, inanılmaz bir konforda İstanbul -Ankara arası yaklaşık 2 dakikadan az bir sürede tamamlayacaksınız. Üçüncü bir şey daha yaptı; bizi Mars’a götürmek üzere Space X şirketini kurdu ve şu anda da pazar değeri 12 milyar dolar ve yatırım üzerine yatırım alıyor şirket. Yani söylemek istediğim şey, Dünya’da çok büyük, çok enteresan şeyler oluyor. Bizlerin de hem büyük hayalleri olması lazım hem de hayallerin yapılabilir olması lazım.
Dünyadaki ekonomik hareketler nasıl?
Ekonomik gelişmede aktörler pozisyonlarını almış durumda. Amerika en büyük aktör diyoruz ama son 15 yıldır yatırımların ve ekonomik hareketlerin Çin ve Hindistan’a kaydığını görüyoruz. Hepimiz Çin diyoruz ama Çin’de şu anda yaşlanma problemi var. Bütün ekonomi aslında Hindistan’a doğru kayıyor. Hindistan nüfusu ile göreceksiniz bir 10 yıl içerisinde dünyadaki en büyük ekonomilerinden biri olacak ve Çin’i de geçecek. Türkiye’nin 10 yıl sonraki pozisyonu çok karamsar bir pozisyon değil. Öncelikle İpek Yolu dediğimiz yol Türkiye’ den geçiyor, İstanbul merkez olmak üzere ve o yüzden Türkiye’nin bunu çok iyi değerlendirmesi lazım. Bizim tek sıkıntımız petrol fiyatlarının iyice dibe vurmuş olması ve bizim bunu ekonomimizi büyütecek etkenlerin içine geçiremememiz. Bir an önce istikrarlı bir yönetime ihtiyacımız var ki şirketlerimiz üretmeye, satmaya, katma değer katmaya devam etsinler. (Not: Bu röportaj 1 kasım seçimleri öncesi gerçekleştirilmiştir.)
Gençler arasında bir araştırmada, gençlerin yüzde % 30’ü sms ile ilişkilerini bitiriyorlar. Bununla birlikte yüzde 10’u da teknolojik ortamda ilişkilerine başlıyor. Bizim nesle göre çok ters ama teknoloji beraberinde bir yaşam kültürünü de oluşturuyor.
Samsung adeta küllerinden doğdu ve dünyanın en değerli ikinci markası oldu. Bu başarının sırrı nedir?
Ben iki yıldır Samsung’da çalışıyorum ve tabii ki Kore kültürünü, neyi nasıl başararak yaptıklarını anlama konusunda şansa sahip oldum. Öncelikle Güney Kore’den başlamak lazım. Güney Kore 1960’lı yıllarda yaklaşık kişi başı 79 dolar düşen bir geliri ile aslında en fakir ülkelerden bir tanesiydi.
Güney Kore’de o zamanlar, Gam nehri kenarında yıkılmak üzere tahtadan yapılmış barakalarda insanlar aç ve sefil yaşıyordu. 1980’e kadar Güney Kore ile gelişimimiz hemen hemen aynı seyrediyor. Türkiye 1980’lerde kişi başına düşen milli gelir 2000 dolar civarındaydı ama 1980’de bir anda darbe oluyor. Türkiye 80 darbesinin etkilerini yaşarken, Güney Kore 80’den itibaren uçamaya başlıyor. Biz ise normal büyümemizi devam ettiriyoruz. 1953 ile 1960 arasında Güney Kore, yurt dışından ne aldığını listeliyor. Saman da olsa 5 liralık gübre de olsa liste yapıyor ve “yurt dışına gram para ödemeyerek bunların hepsini ülkede üretecek bir politika geliştirmemiz gerek” diyor. Ayrıca “biz bunu sadece içerde üretmemeliyiz, diğer ülkelerin bize sattığı gibi dış ülkelere de satmamız lazım” deniyor. Böyle bir politika ile ülkedeki herkes girişimci oluyor. Güney Kore kişi başı milli gelirini 30 bin dolarlara kadar yükseltiyor. 20 yıl boyunca bir strateji belirliyor ve eğitimde üretime dönük tek tip adam yetiştiriyor. Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik konularında uzmanlar yetiştiriyorlar ve Güney Kore ciddi anlamda inovasyonu desteklemeye başlıyor. R&D’ye çok daha fazla para ayırmaya başlıyor. Bugün Güney Kore, dünyada en fazla R&D’ye kendi kamu gelirlerinden, bütçesinden pay bırakan ülkedir. 1980’lere gelindiğinde Güney Kore ciddi şekilde bu inovasyon ödüllerini almaya başlıyor. Fakat 1990-1995’e kadar marka oluşturmakta da zorlanıyorlar. “Marka nasıl oluşur?” diye kafayı taktıklarında anlıyorlar ki tasarım ve kalite inanılmaz önemli, diyorlar ki biz tasarımımızı ve kalitemizi değiştireceğiz. Bu stratejinin altı nasıl doluyor? Altını bireyler dolduruyorlar. Çünkü Güney Kore halkı topyekun bu felsefeye inanıyor. Örneğin bir kişi, ben artık üretimde kötü mal gördüğümde üretim hattını durduracağım, diyebiliyor. Bu felsefeyi desteklememiz için bizim bunu yapmamız gerekiyor diyorlar. Ardından Güney Kore’ den bir anda markalar çıkmaya başlıyor. Samsung da bu markalardan biri. Ülke 4 önemli oluşumun birbiriyle yakın çalışmasıyla devam ediyor. Birincisi üniversiteler, ikincisi şirketler, üçüncüsü kamu, dördüncüsü de startuplar. Bu dört aktörün birbiriyle çok entegre çalıştığı bir ekosistem oluşturuluyor. Güney Kore’ de bugün, Gelecek, Yaratıcılık ve Bilişim Bakanlığı var.
Samsung’un ürün üretiminde Türkiye’nin yüzde payı kaç?
Türkiye’de hiç ürün üretilmiyor. Böyle bir yapılandırma düşünülüyor, her zaman değerlendiriliyor. Üretim, Vietnam’ a doğru kayıyor. Çünkü Çin’deki iş yükü de artmaya başladı. Vietnam şu anda çok daha ucuz. Diğer yerler; Polonya, Slovakya, Macaristan, Kazakistan ve Mısır.
Pazarı 10 yıl sonra nasıl görüyorsunuz?
Şu an itibarı ile pazarın ilk 15’ine baktığımızda, içlerinden sadece biri varlığını sürdürmüş ve 14’ü pazara yeni girmiş şirketler. Fortune dergisine bakıyorsunuz; 2000 yılında Fortune ilk 500’de bulunan şirketlerin yarısı 2015 Fortune 500’de yok. Bu şu demek, kendini değişime uyduramayan, inovasyonu yakalayamayan şirketler yok oluyorlar. 1999 yılın cep telefonu şirketlerinin pazar payına bakın, bir de şu anki şirketlerin pazar paylarına. İçlerinde bir tek Motorola var o yıllardan günümüze kalma. Motorola’nın rakamı da O’nu Lenova satın aldığı için Lenova’nın altında açıklanıyor. O yüzden 10 yıl sonrasında ne olacak sorusunun cevabı; şirketler bu teknolojik gelişimi göremezler ise var olamayacaklar. Samsung bence uzunca yıllar pazarda liderliğini sürdürecek bir şirket. Çünkü 300 000 çalışanın 4’te 1’i Ar-Ge yapıyor. Yılda, yüzde 6,5 yani 13 milyar dolar civarındaki bir rakamı Ar-Ge’ye ayırıyor. Dünyanın en fazla patente sahip ikinci şirketi ve düzenli patent üretiyor.
Apple CEO’sunun markaya etkisi çok büyük, Samsung’un CEO’sunu bu konuda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kimi şirketler CEO’sunu öne çıkartır, kimi şirketler takım çalışmasını. Ama mesela bir anda söylediğimde IBM’in hangi parlak CEO’sunu hatırlıyorsunuz? IBM’de de CEO hiçbir zaman ön plana çıkmaz. Rakiple karşılaştırma falan da yapmıyoruz. Ama bugün dünyada Pazar payına baktığında Samsung 1 numarada %22’ ye yakın Pazar payı ile.
2050 sizce nasıl olacak?
2050 çok uzun bir vade 2025’ lere doğru gidecek olursak bir kere açık ara fark ile üç boyutlu yazıcıların hayatımıza çok ciddi boyutta gireceğini görüyorsunuz. Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor. Robotlar çok ciddi şekilde hayatımıza girecek. Zaten 2020’deki Japonya Olimpiyatı tamamen robotlar üzerine kurulu. Birçok meslek yok olacak. Şu anda endüstri 4.0 diye bir trend var. Bunu yakalayamayan şirketler, özellikle üretim şirketleri yok olma yolunda hızla ilerleyecek. Endüstri 4.0’dan şunu kastediyoruz. Mesela Japonya’da günde bir fabrikada 30.000 tane marul üretiyorlar. Marulların hepsi raflarda toprağın içinde. Sensörler toprağın suyunu, nemini ölçüyor. Ona göre sulamayı çalıştırıyor, güneş alması sağlanıyor. Uçan arabalar veya Mars’a seyahatler hayal değil, bugün olan şeyler. Bir de Vulture glass var, üç boyutlu 360 derece her yeri görüyorsunuz ve yurt dışındaki ülkeleri ziyaret ediyorsunuz. Ben mesela geçenlerde Güney Kore’de bir 15 gün kaldım, bir gün Güney Kore’deki bütün tarihi eserleri ziyaret ettim ama ben zaten daha önce Vulture gözlüğü üzerinden ziyaret etmiştim. O kadar keyifli ziyaret etmişim ki gerçeğini gördüğümde o kadar keyif alamadım. Bu tarz yaşama entegre olacak yaratıcı teknolojiler gelişecek.
Peki gelişen bu teknoloji özellikle çocukları nasıl etkiliyor?
Cinsiyet ayrımı yapmak istemiyorum ama; kız çocuklar inanılmaz iyi. Eğitimde başarıya giderken erkek çocuklarının başarısı aşağıya doğru gidiyor. Çünkü erkek çocukları ellerinden tabletleri, online oyunları vs. düşürmüyorlar ve derse odaklanacakları vakitleri kalmıyor. Bunun yan etkilerini de görmeye başlıyorsunuz. Belli davranış bozukluklarına kadar giden sebeplere neden oluyor. Yine geçen haftalarda Amerika’da yayınlanan bir araştırma var. Kesinlikle bu çocukların teknoloji kullanmasının düzenlenmesi yönünde, çünkü çocukların teknoloji kullanmasında da bir şeyler kötü gidiyor olabilir ve kontrol etmezsek olumsuz etkilerini engelleyememiş oluruz. Gençler arasında bir araştırmada, gençlerin yüzde % 30’ü sms ile ilişkilerini bitiriyorlar. Bununla birlikte yüzde 10’u da teknolojik ortamda ilişkilerine başlıyor. Bizim nesle göre çok ters ama teknoloji beraberinde bir yaşam kültürünü de oluşturuyor.
Tansu Yeğen nasıl bir yönetici?
Herkese yetişmeye çalışan bir yönetici. Herkese hedeflerini verir. Bu hedefleri için koşturan biri yani belki bir bakıma futbol takımı yöneticisi gibiyim. Bir parça işkoliğim. Ama bu işkoliklik tamamen benim en çok sevdiğim şey, teknolojiyi çocukluğumdan beri seviyorum. Hem o alanda hobimi yürütüyorum hem de şirketler bana para veriyor yani bundan daha keyifli ne olabilir ki…
Anasayfa'ya Dön
YORUM YAZIN
Max. 255 karakter girebilirsiniz
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok