Geleceğe hazır mısınız?

21. yüzyıl yeni bir süreç, yeni bir yol haritası. Kimimiz geçen yılın bilançosunu tekrar okuyacak, kimimiz bu yıl uygulamak üzere birtakım kararlar alacak; Sigarayı bırakmak, fazla kiloları atmak, daha sağlıklı bir yaşam sürmek, iş hayatında atılımlar yapmak… Reklam bütçeleri bile revize olabilir gibi. Yine de geleceğin yarattığı “belirsizlik” duygusundan kurtulamayacağız. Yaşam, bize neler getirecek acaba? 2017 ‘de karşımıza çıkan fırsatları değerlendirebilecek miyiz? Ya güçlükler, onu aşabilecek miyiz? Sorunlarla daha kolay başa çıkabilmek için neler yapılabilir? Kendimizi geleceğe nasıl hazırlayabiliriz?

Stoa düşüncesiyle stresten kurtulun

Stres, kuşkusuz çağımızın en önemli sorunlarından biri. Yaşamın artan temposu, başarma zorunluluğu, geçim kaygısı, var olma savaşı, gerginlikler… Tüm bunlar bazen psikolojik, kimi zaman da fiziksel sorunlara yol açabiliyor. Değişim hızının giderek arttığı bir dünyada, bizim bu değişime ayak uydurmamız bekleniyor. Peki, bunu başarabilecek miyiz? Korkuyoruz geride kalmaktan, bir şeyleri kaçırmaktan! Sanki yaşantımızın kontrolünü giderek kaybediyor gibiyiz. Sorumluluk ve görevlerin baskısı altında eziliyoruz ve bütün bunlar bizde stres yaratıyor. Stresle başa çıkma konusunda pek çok yöntem var. Bugünlerde, antik dönemdeki bir düşünüş biçimi “stresle başa çıkma” konusunda yeniden gündeme geldi: Stoacılık.

Stoacılar yaşam güçlüklerini “tutkulardan’’ arınarak aşmaya çalışırlardı. Kayıtsızlık ve “iç huzur” kavramları önem taşırdı. Felsefeci Manfred Geier’in “Stoacı iç huzur ve postmodern kayıtsızlık” adlı çalışmasında yazdığı gibi, modernizm insanlarda sanal bir gerçeklik yarattı. Onları, “kendi yarattıkları dünyanın efendisi” olduklarını inandırdı. Dünyada her şey planlanabilir, hesaplanabilir ve “gerçekleştirilebilirdi’’. Ancak modern dünya rayından çıktı ve insanlar “kontrol edemedikleri bir alana sürüklendiler’’. ‘’Bu durum kaderciliğe yol açtı.”

Stoacı düşüncenin yeniden keşfi, entelektüel modanın ötesinde bir şey. Geleceğin belirsizleştiği, kargaşanın arttığı dönemlerde stoacı düşünce, ruhu güçlendirme programı olarak öne çıktı. Felsefeci Wilhelm Kamlath’a göre “Stoacı düşünce bir iç huzura yol açıyor. Çünkü bu düşünce, yaşamda insanların başına gelebilecek şeylerin genel karakterini kavramıştır ve bundan gereken dersi çıkarır.”

Yaşamımızdaki bir şeyleri değiştirme gücüne sahibiz. Stoacı düşünür Epiktet bunlara örnek olarak “kabul etmeyi, kavramayı, eylemde bulunmayı istemeyi, arzulamayı ve reddetmeyi” gösteriyor. Ancak değiştiremeyeceğimiz şeyler de var. Epiktet’e göre bunlar “başımıza gelen” şeyler: Görünüşünüz, diğer insanların kişilikleri, tesadüfler, kazalar, hastalıklar ve ölüm.

Önceden Düşünme

Stoacılar “başa gelebilecek” olaylara karşı kayıtsızlar. Bu “kayıtsızlık “ başa gelebileceklerden kaygılanmamak, değişmesi olanaksız olanları değiştirmek için boşuna güç harcamamak anlamında. Bu nedenle böylesi olgulara karşı içsel bir mesafe koymaya çabalarlar. Bu mesafe bir egzersizle sağlanır: Romalı filozof ve imparator Marc Aurel’in “prea meditatio” olarak adlandırdığı “önceden düşünme” egzersiziyle. Bu egzersizle olabilecek her şey önceden düşünülür. Böylece bu kaygılar, ruhun elinden alınır. Artık hiçbir şeye hazırlıksız yakalanmazsınız.

Stoacılık; kayıtsızlık, karamsarlık ve umursamazlık değildir. Bizi “ilgilendirmeyen” şeylere karşı “kayıtsız” kalmak, “anın sunduğu fırsatları” görme ve değerlendirme olanağı tanır. Her şeye (ölüme bile) hazırlıklı olduğumuz için, anı gerektiği gibi yaşayabiliriz. Geçmişi değiştiremeyiz, gelecekse uzak. Onu etkileme şansımız az. Elimizde olan şey şu an… Modern Stoacı düşünür Wittgenstein’in dediği gibi “Kim zaman içinde değil şimdide yaşıyorsa, o mutludur.”

Oyun oynamayı yeniden keşfedin!

Yaşamın ciddiyeti bizi sarmış durumda. Oysa “eğlence toplumunda” yaşadığımız söylenir hep. Gerçekse bunun tam aksi: oyun gitgide ortadan kalkıyor. “İş” yaşamımıza hükmediyor. “Amaca uygunluk” yaşamımızı tanımlıyor. Ve her şey bir “iş”e dönüşüyor. Aşk bile. Boş zamanları, mesaide gibi geçiriyoruz: Randevular, sağlık merkezleri, spor salonları…

Gezilerimiz bile “olabildiğince her şeyi görme” telaşıyla koşuşturarak geçmiyor mu?

Kendimiz oynayacağımız yerde, başkalarının oyunlarını seyrediyoruz. Örneğin; futbol. Oyun, ”borsada oynamak” gibi kazanmanın önemli olduğu, ciddi ticari amaçlı bir etkinliğe dönüşüyor. Eğlence ortadan kalktı.

Sigmund Freud “iş ve aşk”ı ruhsal sağlığın demirbaşları olarak görüyordu. Ama bu iki gücün ötesinde, çoğu zaman önemsenmeyen bir güç daha var: Oyun.

Oyun araştırmacısı Brian Suttonsmith’a göre, oyunun evrimde önemli bir rolü olmuştur. Suttonsmith “Tarih boyunca, çok oynayan ve davranış tarzı repertuarını genişleten canlıların yaşamda kalma şansı artmıştır.” der.

Psikologlara göre oyun kendiliğinden, özerk bir alan. Eğlendiğimiz için oynarız. Yani oyunun ödülü, yine kendisidir. Oyun güdüsünü hissetmeye başladığımızda çelişik duygulara kapılırız. Bir yandan eğlenceli olduğu için daha fazla oynamak isteriz, diğer yandan oyunun çocukça bir şey olduğunu düşünürüz. Çocukça görünmek istemeyiz.

Oysa oyun bir “lüks” değildir. Püriten ahlakın bize söylediği gibi “anlamsız” hiç değildir. Aksine, oyun yaşamsaldır. Bir canlı türü ne denli gelişmişse, o denli çok oyun oynar. Oyunla kurallar öğrenilir. Oyunlarla çeşitli davranış şekilleri ve sorun çözme yöntemleri simüle edilir.

Oyunda duygusal boşalımlar, cezalandırma korkusu olmaksızın yaşanır. Kızmabirader oyununu bir düşünün. Pek çok oyun (saklambaç gibi) yapay heyecanlar, korku anları yaratırlar. Bu duygular, beyinde gerçek duyguların yaşandığı alanı etkiler. Tek bir farkla: Beden böylesi bir anda “adrenalin” salgılamaz. Yani oyun “sanki öyleymiş gibi” yaptırır. Böylece gerçek korkuyla karşı karşıya gelmeden, korkuya karşı değişik tepkiler öğreniriz. Tüm bunları “gerçek yaşamda” yapamazdık.

Terapist Elenore Terr ise travma geçirmiş çocuklarla yaptığı bir araştırma sonucunda, oynamanın olumsuz deneyimlerin üstesinde gelmede yardımcı olduğu sonucuna varıyor.

İnsanlar, oyunda kendileriyle dış dünya arasına mesafe koyuyor. Bu sırada hafızasını, algılama gücünü ve yaratıcılığını geliştiriyor.

Mutlu çocuk, oyun oynayan çocuktur.

Okula yeni başlayan çocuklar üzerinde yapılan bir araştırma, oyunun öğrenme yeteneğine olumlu etkisini ortaya koydu. Araştırma sonucu, okul öncesi okuma yazma bilen öğrencilerin okulunun ilk döneminde başarı sağladıklarını ancak yolun sonuna doğru, okula başlamadan önce zamanını oyunla geçiren çocukların daha mutlu ve dengeli olduğunu ortaya koydu. Büyükler için oyunun ne denli önem taşıdığını, Lewis Terman’ın “uzun yaşam analizi” gösteriyor. Uzun ömürlü ve mutlu bir yaşamı olan insanların temel özelliklerinden biri, oyun oynamak için çok zaman ayırmak. Oynamakla sadece eğlenmiyoruz, zekâmızı da geliştiriyoruz. Kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor, oyun.

Ne oynadığınız hiç önemli değil. Sadece oynayın!

 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

24-08-2017 18:17

evet oynuyorum :) teşekkür ederim

BENZER HABERLER