Dünyanın en ağır sporu: Derdini anlatmak

Doç. Dr. Emre Erdoğan Aldığımız Olimpiyat madalyası sayısıyla, Batılı mütte klerimize derdimizi anlatma kapasitemizin ilişkili olduğunu fark edersek belki diplomasiye, iletişime ve spora bakış açımız değişir.
Bir Olimpiyat Oyunları daha sona erdi. Sıcaktan mı, saat farkından mı yoksa bizim ülke olarak yaşadığımız ağır travmaların etkisiyle mi bilinmez; pek tadı yoktu. 148 sporcuyla katıldığımız Olimpiyat Oyunları’ndan 1 altın, 3 gümüş ve 4 bronz madalyayla geri döndük, toplam madalya sayısında 41. sırada yer aldık. Madalyalarımızın 5 tanesi güreş, 1 tanesi halter, 1 atletizm ve 1 tane de tekvandodan. 2012’de 114 sporcuyla katılmışız, 5 madalya kazanmışız. 2008’de 8, 2004’te 10 madalyamız var. Yani Olimpiyat oyunlarına katılan ülkeler arasında yerimiz belli gibi, 5 ile 10 madalya arasında bir performansımız var. Olimpiyat Oyunları devam ederken, ülke olarak bizim çok daha ağır bir derdimiz vardı. 15 Temmuz Darbe Girişimi... Ülkemiz son dönemde yaşadığı en büyük tehlikelerden birini öncelikle halkın büyük fedakârlığıyla, daha sonra da siyasetçilerin ve güvenlik güçlerinin ferasetiyle atlatabildi. Daha büyük kayıplar verebilirdik, darbe girişimi başarılı olsaydı çok daha kötü günler geçirebilirdik, henüz tehlike tamamıyla geçmiş değil; ama şimdilik atlattık. Aksak topal yürüyen, 20 yılda bir askerlerin yönetime el koyduğu, ne kadar özgürlükçü olduğu tartışılır bir demokraside; bileğimizin hakkıyla demokrasimizi koruduk. Ne kadar övünsek yeridir. Dünyanın hangi halkı bunu başarsa, övünmelidir. Ama nedense bizim bu kadar gurur duyduğumuz, haklı zaferimiz dünyada pek takdir görmedi. Çok uzun süredir işbirliğinde olduğumuz, ticaret yaptığımız, gerektiğinde arka çıktığımız müttefiklerimiz bizim bu çabamızdan, demokrasimizi canlarıyla koruyan insanlarımızdan çok; başka şeylerle ilgilendiler. En güvendiğimiz ülkelerden bile “tamam, geçmiş olsun ama bundan sonra dikkatli olun” yanıtından öteye bir destek alamadık. Üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlardan, NATO’dan, Avrupa Birliği’nden ve diğerlerinden atılmakla tehdit edildik.
Sadece siyasetçilerden değil, Batı kamuoylarından da destek alamadık. Yabancı basın, 15 Temmuz gecesi yaşanan, canlı olarak şahitlik eden hiç kimsenin unutamayacağı enstantanelerden çok, ülkenin otokratikleşmesinden bahsetmeyi tercih etti. Demokrasi tarihimizde ilk defa iktidar ve muhalefet partisi liderleri ortak bir miting yaparken, o mitinge de siz deyin 3, ben diyeyim 5 milyon kişi katılmışken; ülkedeki uzlaşma yokluğu yer aldı Batı medyasında. Çok çaba verdik, ama hala derdimizi anlatabildik mi, bilemiyorum. screen-shot-2016-09-28-at-17-13-25Olimpiyatlarda almamız gerektiği kadar madalya almayışımızla, aldığımız madalyaların “çevre” ülkelere layık görülen sporlarda kalmasıyla; Batı’nın 15 Temmuz’da arkamızda durmaya pek hevesli olmaması ilk bakışta ilgisiz gözükebilir. Ama aslında aynı madalyonun iki yüzü bu durumlar. Kolaycı bir bakış açısıyla Olimpiyatlardaki başarısızlığımızın suçunu şaibeli Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nden, yanlı hakemlere; oyun kurallarını koyan Türk düşmanı federasyonlardan, sporcularımızın gördüğü kötü muameleye kadar herkese dağıtabiliriz. Öte yandan, hepimizin çantasında hazır olan “Haçlı Zihniyeti”, “Sevr Anlayışı” ve diğer kolektif travmalar da Batılı dostlarımızın bize arkasını dönmesini açıklayabilir. İkisi de eşit derecede ikna edici, ikisi de eşit derecede yanlış olur. Komplolarla örülü dünyaya bakmak işimizi kolaylaştırsa da; her iki konuda da yaşadığımız sorunlar güç ile daha doğrusu güçsüzlüğümüz ile ilgili. Asker sayımızdan, nüfusumuzdan ihracatımızdan ya da ithalatımızdan bahsetmiyorum; “yumuşak güç” konusundaki zafiyetimiz söz konusu olan. Uluslararası İlişkiler disiplininde “güç” dediğimizde, diğer ülkelere normalde yapmayacakları işleri yaptırma gücünden bahsediyoruz. Eh, bunun da topla, tüfekle ya da ekonomik yaptırımlarla mümkün olabileceği söylenir. Ama son dönemde çok daha “kibar” bir güç anlayışımız var. Kavramın mucitlerinden Joseph Nye, “kaba” ve “yumuşak” güç kavramları arasında bir ayrım yapıyor. Kaba güç, sopaysa, yumuşak güç havuç... Yani diğerlerini istediklerimizi yapmaya tercihlerini değiştirerek, cezbederek ya da baştan çıkararak ikna etmemiz. Tabii ki bu tür bir yumuşak güç, alternatifi kaba güce göre çok daha medeni. Peki, bu güce nasıl sahip olunuyor? Çok aşina olduğumuz bazı araçlar ile...
“Yumuşak güç” kavramının tanımında bir uzlaşma olsa da, nerede görülebileceği, nasıl ölçülebileceği bambaşka bir tartışma konusu. En basit yaklaşım, beş alandan oluşan bir güç tanımı yapıyor: Kültür, diplomasi, hükümet biçimi, eğitim ve iş dünyası. Eğer bir ülkenin kültürü diğer ülke vatandaşlarına cazipse, turistler gezmeye geliyorsa ya da o dilin yazarları dünyada çok satıyorsa; diğer ülkeleri etkileme gücü daha fazla oluyor. Eğer bir ülkenin hükümeti özgürlükçüyse, ülkede fikirler serbestçe zikrediliyor ve kimse düşüncelerinden dolayı zarar görmüyorsa cazibesi daha fazla oluyor. Ülkenin okulları yabancı öğrencileri cezbediyorsa, ülke değişim programlarının gözdesiyse, o ülkenin okullarından mezun olanlar kendi ülkelerine gönüllü diplomat olarak dönüyorlarsa, daha kolay ikna edebiliyor diğer ülkeleri. Ülke diğer ülke iş adamlarının yatırım yapmaya, iş kurmaya can attıkları bir yerse, başka ülkelerin vatandaşlarının iyi gelir elde edebildikleri bir ülkeyse; sözü daha fazla geçiyor.
Sonuncusuysa basit: bir ülke diğer ülkeler gözünde güçlü gözüküyorsa, diplomatları bulundukları yerlerde ülkelerini sevdiriyor, o ülke siyasetçileri, medyası ve halkıyla samimi bir ilişki kurabiliyorlarsa; uluslararası konularda derdini daha rahat anlatabiliyor diğer ülkelere. Sonuçta diğer ülkelere “sözünüzü geçirebilmek” için, toptan tüfekten daha fazlasına ihtiyaç duymanız gerekiyor. Batılı ülkeler bu gerçeğin farkındalar, “kamu diplomasisi” adı altında düzenledikleri faaliyetlerin çoğu bu “yumuşak güç” meselesiyle ilgili. Ahmet Davutoğlu’nun uluslararası ilişkilerimize yön verdiği son dönemde Türkiye’nin de bu alanlara yatırım yaptığı, Yunus Emre ve benzeri programlarla ülkenin cazibesini arttırmaya çalıştığını biliyoruz. Bu bakış açısıyla baktığımızda 15 Temmuz ve sonrasında Batı medyasının Türkiye’ye yaklaşımında sahip oldukları önyargının, küresel anlamda yayılan “islamofobinin” ve kendi ülkelerinde yükselen aşırı sağın söyleminin etkili olduğunu yok sayamayız. Öte yandan, Türkiye’nin “yumuşak güç” kapasitesi eğer daha yüksek olsaydı, 15 Temmuz’da derdimizi daha kolay anlatabilirdik, daha ikna edici olurduk. Olimpiyat madalyası meselesi de böyle... Olimpiyatlar, bir ülkenin diğer ülkeler nezdindeki algısını iyileştirmek için çok iyi bir fırsat. Jamaika formasıyla koşan Usain Bolt’u hatırlayalım örneğin. Yanına da Bob Marley’yi koyduğunuzda nasıl bir Jamaika resmi canlanıyor gözünüzde? Güney Afrika’nın hem beyaz hem de siyahi sporcularının aldığı madalyalar, Apartheid’ın gerçekten bittiğini düşündürtmüyor mu? Spor, özellikle de Olimpiyatlar bu kadar değerli.
“Yumuşak Güç” kavramını ölçmek zor demiş- tik, ama teşebbüs edenler var. İngiliz think-tank’i Institute for Government bu meseleye kafa yoruyor ve “yumuşak güç” konusunda düzenli bir sıralama yapıyor. Türkiye bu sıralamada 26 ülke arasında 24. sırada yer alıyor. Birinci sırada Fransa, ikinci sırada Büyük Britanya ve üçüncü sırada da ABD var. Yandaki grafik de, bu araştırmada yer alan 26 ülkenin “yumuşak güç” sıralamalarıyla aldıkları madalya sayılarını gösteriyor. Sarı çizginin üstünde yer alanlar sahip oldukları “yumuşak güç”ten daha iyi, altında yer alanlar ise daha kötü performans gösterenler. Sözü çok uzatmadan, görüldüğü üzere ABD, Büyük Britanya, Fransa ve Almanya gibi ülkeler her iki alanda da çok iyiler. Madalya performansı “yumuşak güç” performansından hayli yüksek olan ülkeler ise başta Çin ve Rusya olmak üzere yeni güçler, buna Japonya, G. Kore ve Brezilya’yı da katabiliriz. Biz mi? Bizim de performansımız beklenenin üzerinde ancak her ikisinde de çok gerilerdeyiz. Yani hem “yumuşak gücümüz” az, hem de Olimpiyat madalyamız. Aldığımız Olimpiyat madalyası sayısıyla, Batılı müttefiklerimize derdimizi anlatma kapasitemizin ilişkili olduğunu fark edersek belki diplomasiye, iletişime ve spora bakış açımız değişir.
 Anasayfa'ya Dön

YORUM YAZIN

Max. 255 karakter girebilirsiniz

Yorumunuz Alınıyor

Boş Yorum Gönderemezsiniz

YORUMLAR

Hiç Yorum Yok

BENZER HABERLER