Daha Marka Yaratamazken, Lüks Marka da Nereden Çıktı?
ONUR YANIK
Biz Türkiye’de yaşayanlar, sıralamalara bayılırız. Konu futbolsa haftanın altın 11’i para ise en zengin işadamları, ülkenin en seksi kadınları, yağışlı havada en iyi koşan taylar... Sıralama bazı şeyleri daha kolay algılamamızı, hatırlamamızı ve hafızamıza kazımamızı sağlar. Böyle bilgi edinmeyi severiz.
Ancak bu ve benzeri sıralamalar arasında bir türlü anlamak istemediğimiz bir liste daha var. O da yıllık olarak yayınlanan dünyanın en değerli markaları listesi...
Interbrand’in dünyanın en değerli ilk 100 markası arasında bu yıl da bir Türk markası yok tahmin edebileceğiniz gibi. Aslına bakarsanız ilk 500’de de yok. 1.000’de de olduğunu sanmıyorum.
Son yıllarda marka yaratma ve yönetme konusunda ufak tefek adımlar atılıp, pozitif mesaj pompalamaları yapılmış olsa da durum açık: Tüketmekte üstümüze yok; ancak marka yaratma işi pek bize göre değil.
Peki ya lüks marka?
Geride kalan yılın verilerine göre dünyanın en değerli 100 markası listesinde 7 lüks isim mevcut. Tamamı moda endüstrisinden. Sıralaması ise şöyle: Louis Vuitton (17), Gucci (38), Hermès (63), Cartier (68), Tiffany & Co. (70), Burberry (82) ve Prada (84).
Türkiye yakın gelecekte genel listeye küresel normlara uygun bir marka sokabilir mi bilemiyorum. Ancak emin olduğum bir şey var: 5 ya da 10 değil... önümüzdeki 25 yılda da bu topraklardan lüks bir marka çıkması imkânsız.
Bu nedenle, tamamen bize özgü, kültürümüzü yansıtan ve değerlerimizi kıtalar ötesine taşıyan lüks bir isim yaratamayacağımızı bilmenin hafifliği içerisindeyim yine. Sakın beni yanlış anlamayın. Bu trajik durumdan zevk alıyor değilim. Lüks markalarla iç içe geçen yaklaşık 5 yılın sonunda, başlangıçtaki saf hayalperestliğimden eser yok sadece.
İmkânsızın ana fikri
Lüks bir marka yaratmak için her şeyden önce yaptığınız işte olağanüstü bir zanaate sahip olmalısınız. Deri, kumaş, değerli taş ya da altın... Sattığınız ürünün materyali hünerli ellerinizde bir öyküye dönüşmeli. Siz sessiz kalmalısınız; ürün tamamlandığında sizin adınıza konuşmalı.
Kimse inkâr edemez... Türk halkı pek çok ulustan daha yeteneklidir. Konu el işçiliği ise kendimizi adadığımız her üründe dünya ile yarışabiliriz. Ancak ürünün elle tutulur değerlerinin bittiği ve marka kavramını yaratan diğer faktörlerin devreye girdiği anda çuvallarız. Sıra dışı düşünme, dizayn, öykü anlatıcılığı, paketleme becerisi ve profesyonel yönetim genetik yapımıza terstir.
Buna bir de önüne geçemediğimiz taklitçilik huyumuz, hizmet etmeyi bilmeyişimiz ve yatırım sahiplerinin sabırsızlığı eklendiğinde sonuç kaçınılmaz olur. Gerçekte ürün değil kültür inşa etme işi olan lüks marka yaratmak Türk insanı için imkânsız hale dönüşür.
Bu yarış bize uygun değil.
Türk lüks endüstrisini uzun zamandır metodik olarak analiz ediyorum. Marka öykülerine göz atıyor, ürün ve hizmetleri deneyimliyor, boşlukları sorguluyor, isimlerle birlikte alt sektörlerin bütününü de merakla kurcalıyorum. Bunca teorik ve pratik irdelemenin sonunda düşüncem çok net: Dünyanın hiçbir lüks moda, aksesuar, kozmetik, otomotiv, finans ya da servis sağlayıcı markası ile yarışamayız. Aksi sadece para ve vakit kaybı olur.
Oysa gerçekten öne geçebileceğimiz ve rekabet avantajı yaratabileceğimiz alanlar mevcut: Turizm, gayrimenkul, yiyecek-içecek, eğlence, mücevher ve hediyelik eşya gibi...
Ne yapmak gerek?
Lüks marka yaratmak ciddi bir zaman, emek ve maliyet gerektiren, komplike bir iş. Ancak bunların hepsini bir potada eritseniz bile işiniz garanti değil. Çünkü aslolan felsefe ve bakış açısı. İzin verin bunu kendimden örnekleyim...
Bundan 10 yıl önce gösteriş, şatafat, ilgi çekme ve başkalarının düşünceleri gibi nosyonlara daha fazla önem veren biriyken, bugün benim için bu tanımların yerinde yenileri duruyor: Değer, anlam, deneyim, kişisel tatmin ve kendini gerçekleştirme. Bu kavramları yeni lüksten ödünç aldım; lüksün kendisi gibi ben de değiştim.
Günümüz lüksünün anahtar kelimesi “deneyim”. Benim için de öyle. Ânı ürüne, farklılığı isimlere tercih ettiğim bir dönem yaşıyorum. Sanat, yaşamımla hiç olmadığı kadar iç içe. Ancak bu sefer sadece seyirci değilim. Henüz çaylak bir alıcı olsam da modern sanata yatırım yapma ve kendi koleksiyonumu oluşturmanın düşüncesi bile heyecan verici.
Bir zamanlar belli alışkanlıkları ve şaşmaz rutinleri olan biriyken, bugün hep yeni şeyler denemek istiyorum. Günün her saatini daha yaratıcı geçirmeli, hep cesur kararların peşinden yürümeliyim diyorum kendi kendime.
Yeni lüks de böyle bir şey zaten. Daha genç, enerjik, inovatif, korkusuz ve entelektüel. Yeniliklere kapısı sonuna kadar açık, güzel sanatlar ile iç içe, deneyim odaklı ve yüzü teknolojiye dönük...
2020 yılında lüksü kavrama ve yaşama noktasında nerede olacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Ancak bugün nerede durduğumu ve ne istediğimi çok iyi biliyorum. Hatta hiç olmadığım kadar eminim.
İşte ne yapmak lazım sorusunun başlangıç yanıtı tam burada gizli: Önce kafaları değiştirmek gerek. 100 yıl geriden takip ettiğimiz paketli lüks evrenine kısmen yaklaşabilmek için, onun başkalaşan yapısını inceleyip, yeni lükse özgü çözümler üretmekte fayda var.
Son söz
19. yüzyılın lükse en düşkün isimlerinden biri olan, ünlü İrlandalı şair ve yazar Oscar Wilde’:
“Lüks yaşamak önemlidir. Fakat aslolan lüksü nasıl yaşadığınızdır.”
Anasayfa'ya Dön
YORUM YAZIN
Max. 255 karakter girebilirsiniz
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok