Cilalı Touch Devri: Bilgi çağında yaşıyoruz da beyinlerimiz de yanımızda mı?
2012 yılında dünyada saniyede satılan iPhone sayısı, saniyede doğan bebek sayısını geçmiş durumda.
XPLANE, kendini görsel düşünce firması olarak tanımlıyor. Karmaşık işler ve ürünler için görsel haritalar ve açıklayıcı öyküler geliştiriyor. Bu sayede anlaşılmaz olan her şeyi anlaşılır hale getirmeyi hedefliyor. Her türlü ürün bilgisini ve açıklamasını basitleştirerek herkesin anlayabileceği bir dile dönüştürüyor. Siz de kendi ürünleriniz için en iyi görsel açıklamayı yapan mükemmel satış elemanını yaratabilirsiniz. Bu konuyla ilgili olarak www.xplane.com adlı siteyi ziyaret edebilirsiniz.
Taş Devri’ndeki hiç kimsenin basit kişiler olduğunu öne süremeyiz. Fred Flinstone’un açıkça gösterdiği gibi- kravat bile takıyordu! Sonra kravat kolsuz bir erkek kıyafetiyle ve çıplak ayaklarla birleştirildi. Muhtemelen o bir çiftçiydi. Ancak kimse bunu ilkellikle karıştırmasın. Yaradılışın medarı iftarı kabul edilen insan, yaradılışından üstünse zekâ ve zihinsel becerisi sayesinde oluyor. Fiziksel açıdan yanlış da sayılmaz. İnsan beyni 1350 cm ile vücuda oranla büyüklüğü temel alındığında, diğer bütün canlı türlerinden bariz şekilde ayrıcalıklı yerde. Bilim çevrelerinde çokça tartışılan bir olay ise insan beyninin gelişimini tamamlayıp tamamlamadığına dairdir. Chicago Üniversitesi’nden genetik bilimcilerin 2000’li yılların ortasında yaptığı araştırmasında insan beyninin gelişiminin sonuna gelinmediği söyleniyordu. “Science” dergisindeki bir başka araştırmada, sadece insan beyninde sinir hücrelerini koruyarak çevresini saran ve primatlarda bulunmayan bir proteini üreten bir genin varlığını ortaya koydu. Bu tartışmaların ve bu bulguların ilham verici olduğunu kabul etmek gerekir. Çok açık ki, tartışmaların birçoğunda insan beyninin gelişiminde sonda olduğumuz düşünülürken, bu sonuçlar büyüleyici.
Bugünü yorumlamadan gelecekte insan beyni nasıl olacak konusuna bakalım mı?
Şöyle ki, gerçekleştirilen fosil incelemeleri, insan beyninin yaklaşık 50 bin yıldır ciddi bir yapısal değişiklik geçirmediğini gösteriyor. İnsan beyninin işleviyle, görüntüsü ya da ağırlığı arasında bağlantı kuran “beynin plastisitesi” modeline göre insan beynindeki nöronların yapısı da sabit değil; farklı durumsallıklarda değişebiliyor. Nöron, yeni bağlantılar oluşturuyor, bazı bağlantıları atıyor. Bu süreç içinde nöronlar, daha çok kullanılan bilgileri pekiştiriyor, gereksiz düşündüklerini siliyor. Bir anlamda beyin aslında çok gelişmiş; kapasitenin ne kadarını kullanacağına, hatta nasıl kullanacağına kendisi karar veriyor.
Provakatif bir yorumla devam edelim mi?
Bahsi geçen Science dergisindeki röportajların sorumlu araştırmacısı Bruce Lahn, insan beyninin devamlı olarak gelişiminin insanı daha zeki yaptığını şu an için iddia etmemizin abartılı olduğunu söyleyerek şu yorumu yapıyor: “ Söz konusu genlerin daha hızlı gelişmiş olması, bizim giderek daha akıllı olduğumuz anlamına gelmiyor. Niye mi? Bu değişimin içinde şiddet, vahşet, bencillik ve boşvermişlik genleri gibi olumsuz gen gelişimleri de var.”
Daha da provakatif olalım mı?
Sadece düşündürmek için! Biz her ne kadar beynimizin kontrolünde olduğumuz görüşünü çok benimsemiş olsak bile, bizim mi beynimizin kontrolünde olduğu yoksa beynimizin mi bizim kontrolümüzde olduğu durumunu ayrıca tartışmak gerekir. Güven Güzeldere ve bir araştırmacı grubu tarafından yapılan “The Nature and Function of Consciousness: Lessons from Blindsight” isimli araştırmada, görsel sistemindeki bir sorundan dolayı sol görsel alanı bilinç seviyesinde algılayamayan deneklerin, beynin evrimsel olarak daha gelişmiş serebral korteks kısmında bir hasar olması sebebiyle bu alanda görsel bilince sahip olmadıkları ortaya çıkmıştır.
Beynimiz bilgiyi ele alan ve ilerleten, sınırsız fonksiyona sahip ve enerji ustası süper bir yapıda olmasına rağmen, sıkıştırılmış ve teknolojinin uç noktası için yapılmış aerodinamik yapının bir parçası değildir. Bunun yerine o, tıka basa doludan daha fazlası, eski teknoloji üzerine kullanışsız bir şekilde planlanıp tasarlanmıştır. Bugünün dünyasında makinelerde yeni gelişen teknolojiler için eskiyi kapatırken, değerlendirmede beyin sistemi daha iyileriyle eskileri yer değiştirmemiştir. Bunun yerine yenilerini oluşturdu, ilgili yapılarla bağlantılar kurdu, yeni mücadelelerle başa çıkabilmek ve etrafındaki dünya değiştiğinden yeni durumlara cevap verebilmek için var olan yapıların arasına (eskinin en üstüne) depolamıştır. Bugün beynimiz genel olarak tarih öncesi insanın beyniyle aynıdır. Hala büyük bir çoğunlukla bilinçsiz alt yapılarca yönetiliyor. Ve bu da hala kadınlar tarafından kafası karıştırılmış erkeklerin durumudur.
Yeni bir ürünle karşılaştığında, müşterinin onu algılaması onun kültürü, çevresi ve sizin ona ne söylediğinizle şekillenecektir. Onun kafasında oluşturduğunuz resim ve kullandığınız imgeler geçmişinden gelen tecrübeleri ve duygularıyla işlenecektir.
Eski bir söz vardır: “Para mutluluğu satın alamaz ama pembe prenses tatlı tayları satın alabilir.”
Tüketici endişeli ise, etkili satın alma var olamaz. Kaygı, satın almanın en büyük düşmanıdır. Müşterinin algılaması kullandığı benzer bir üründen, etrafındaki insanların onun hakkında söylediklerinden ya da ikna mesajlarının kendisinden etkilenecektir. Eğer bir araba satıyorsan, mesajın şu olmalı: “Bu araba sizi A noktasından B noktasına götürebilir” ya da “Bu yeni arabayla arkadaş grubunuzda kıskançlık sebebi olacaksınız.” Satın alma kararı senin onu nasıl hissettirdiğinle belirlenecektir. Pazarlaman neyi sunuyorsa müşteriye, o da kişisel durumuna cevaben kafasında imgeleri oluşturacaktır. Senin araban ya da diğer şirketin arabası arasındaki kararı seyahat ihtiyaçlarına karşılık sosyal statüsünden ileri gelmesinden kaynaklanabilir. Görseller ve mecazi kullanımlarla iletişime geçtiğinde, etkiye açık bilinçaltına konuşmaya başlarsın. Müşterin de kendi aklında duygularla aşılanmış bu görselleri canlandırır.
Gerçeğimizi oluşturan imgelerin durumu nedir sizce?
Bir elindeki bardağı fırlatırken diğer elini de benim avucumdan zorla çekmeye çalışarak “Söylediklerinin benim için hiç bir anlamı yok” diye bağırdı. İçeceğinin, son üç saatini üzerinde çalışarak geçirdiği ve onunla çok gururlandığı ödevinin üzerine dökülmesine aldırmadı. Konuşmanın bittiğini bilmemi istiyordu. Açıklamaya çalıştım ama o sırada pencerem kapanmıştı. Döndü ve kapıdan dışarıya yürüdü. Bağrımdan onu atma şansım hiç olmadı, aslında o gün olmadı. O öğleden sonra çok değerli bir ders öğrendim- Asla beş yaşındaki çocuğuna kibritlerle oynamanın güvenli olmadığını “Tatlım, üzgünüm ama bu sabah en sevdiğin oyuncak ayıcığına kung- fu çalışırken kocaman bir delik açtım” diye başlayan bir konuşmayla açıklamaya çalışma.
Beş yaşındaki kızım, haklıydı. Kelimeler ona ya da sana bir şey ifade etmez. Kavramın fiziksel tecrübesine (duygu dolu değilsen) ya da mecazi sembolüne sahip değilsen. Onun durumunda, beyni keşfetme modunda, dünya onun için bilinmeyen bir bölge. İleride kim olacağı ve hangi kavramlar etrafında hayatının şekilleneceği her yeni karşılaşılan ve diğer duygu ve tecrübelere eklenen duygular ve tecrübeler karar verecektir.
7 yaşında oğluma “Fırına dokunma, yanabilirsin” demek, eğer daha önce hiç yanmadıysa, yanmanın fiziksel ve duygusal acısını hissetmediyse, eğer (aklında) “yanmak” ile bağdaştırabileceği görsel ve duygusal sembol yoksa caydırıcı değildir. Ama sıcak kahve fincanımı alıp ve o acıyı hissettiğinde benim de ona “yandın… keriz!” dediğim zaman tattığı bu acı, bu bilinçsiz aniden geri çekilme fiziksel reaksiyonu ve bu iz “yanmak” kelimesiyle bağdaşacak ve hayatının sonuna kadar hafızasında kayıtlı duracaktır.
Taş Devri’nden Cilalı Touch Devrine…
2012 yılında dünyada saniyede satılan iPhone sayısı, saniyede doğan bebek sayısını geçmiş durumda. Şöyle ifade edelim: Saniyede doğan bebek sayısı 4.2 iken, saniyede satılan iPhone sayısı ise 4.6’ye ulaşmış durumda.
Bu tüketimin ulaştığı nokta anlamında önemli. Ancak başka bir not ekleyelim. Daha önce de çeşitli kereler kendisinden bahsettiğimiz Lindstrom, 14-20 ay arasında değişen 20 bebeğin parmaklarıyla Blackberry’lerin ekranına dokunup hareket ettirmeye çalıştıklarını gözlemlemiş. Teknolojinin uyuşturucu, alkol, sigara ya da alışveriş gibi bir bağımlılık türü olup olmadığına dair çalışmalar var. Teknolojinin ''sinestezik” bir etkisi olup olmadığı bile bir tartışma konusu. Sinestezi, Yunanca kökenli bir kelime olup “birleşik duyu” anlamına gelmektedir. Bir nevi “duygu ikiliği” olarak düşünebiliriz. Sinestezisi olan insanlarda, herhangi bir duyunun uyarımı otomatik olarak başka bir duyu algısını tetiklemektedir. Bu anlamda sinesteziyi duyuların birleşmesi anlamında kullananlarda var. Bir anlamda sinestezik bir kişi, duygusal algılamaları karıştırarak görüyor. Öyle ki bazı sinestezikler için S harfi mavidir, bazısı havuzdan akan su sesini keman sesi olarak düşünür. Sinestezik için her şey normalken, bizim için ilham verici olan duygulanımın varlığı ve gücüdür. iPhone gibi teknolojilerin yarattığı duygulanım, bu duygulanım sonucunda ortaya çıkan bağ, sarsılmaz bir bağı örneklemektedir. Bu bazen eşsiz bir dokunma deneyiminden kaynaklanıyor. Bahsettiğimiz eşsiz dokunma deneyimi, insana dokunmaktan daha öte. Belki büyük bir erk olarak nitelendirebiliriz. Düşünsenize, parmağın ucunda dönen bir dünya. Parmağınızı kaydırıyorsunuz ya da bir tuşa bakıyorsunuz, her şey anında değişiyor. Hareketin baş tacı olduğu bir durumdan bahsediyoruz. Belki, cilalı touch devrinin nimetleri diyebiliriz bunlara.
Biraz sineztezik olacak ama gidip teknolojiye dokunsak mı acaba?
Anasayfa'ya Dön
YORUM YAZIN
Max. 255 karakter girebilirsiniz
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok