Bir Proje Olarak Beden
Gülfidan Barış
Minicik kız çocuklarının şişman olma, ergenliğe yeni girecek erkek çocuklarının kassız, bu nedenle de maskülen olamama endişesine yenilerini eklememek için markaların bir duruşu olmalı.
Dış görünüş bireyin çevreye verdiği ilk mesajı. Daha iki laf etmemişken, nasıl biri olduğunu anlatma yöntemi. Çünkü insanoğlu ölçmeye-biçmeye meraklı. Zihin kategorize etmekle her daim öyle meşgul ki dışarıdan bir uyaran aldığında, mesela biri ile yeni tanıştığında, ipuçlarına bakarak tanıştığı kişiyi ölçüp-biçiyor ve daha önce zihninde yarattığı şekillere/yargılara dayanarak tanıştığı kişi hakkında “Nasıl biridir? Neleri sever? Neleri sevmez?” diyerek bir sonuca ulaşıyor. Hani deriz ya “Ben ona notunu verdim” diye… İşte öyle. Bunun adı ilk izlenim. Yani bireyin ilk kez karşılaştığı uyaran (kişi, marka, ambalaj, ürün…) hakkında vardığı yargılar, yorumlar. Denilen o ki; ilk izlenim kolay kolay değişmiyor. Değişmez mi? Değişmesi için yaşanmışlık gerekiyor, uyaran (kişi, marka, ürün) ile etkileşim gerekiyor. İşte bu nedenle ilk izlenimini değiştirip değiştirmeyeceğine de izlenimin objesi değil; izlenim sahibi karar veriyor. Özetle, ilk birkaç saniyeye sığdırılmışsa sığdırılmış, sığdırılamamışsa geçmiş olsun türü bir “şans” iyi bir ilk izlenim yaratmak.
Bireyin ilk izlenim yaratmada en önemli aracı, sahip olduğu tek kaynağı bedeni ve bedenine ekledikleri (kılık-kıyafet, aksesuar vb.). Bu ifade yeterince vurgulamıyor olabilir ama düşününce, “beden”in sosyal yaşamın en merkezindeki unsurlardan biri olduğu görülüyor. “Karşımızdaki kişi nasıl bir bedene sahiptir, zayıf mıdır, şişman mıdır? Ne giymiş, ne sürmüş, ne takmıştır?” soruları yanıt buldukça, zihinde şema oluşmaya başlıyor. Üstelik bu şema gelip iletişimin kalbine yerleşiyor. Doğru bir şema mı? Belki. Ama tam değil, eksik. Çünkü nasıl ki biz “başkalarının sandığı kişi” değilsek, dış görünüşüne bakarak etiketlediğimiz başkaları da aslında bizim “sandığımız” kişiler değil.
Misal, zayıflık ve şişmanlık karakter belirleme aracı olarak zihnimizdeki şemalardan biri. Üniversitedeki eğitimimden hatırlıyorum “piknik tip” kategorizasyonu vardı. İnsanoğlu ölçüp biçmeye eğilimli demiştik; kiloyu şen şarkak olmakla eşleştirmiş. Hooop sana kişilik analizi. Bu mudur? Değil elbette.
Bu tipolojilerin, etiketlemelerin kıskacındaki birey kendine açılımlar arıyor, kendini daha iyi ifade etmek istiyor. Çünkü dış görünüşü onun sadece bir kısmı. Birey “dış görünüşü ve daha fazlası”. İşte bu noktada “beden”, kendisine verilen, onunla yaşaması gereken bir şey olmaktan çıkıyor; manipüle edeceği, yönlendireceği bir sahiplik haline geliyor.
Nasıl olmasın ki? Her geçen gün toplumda daha çekici, daha maskülen, daha feminen, daha zayıf, daha genç, daha sağlıklı olma baskısı hissediliyor. Modern kültür de sürekli bu baskıyı vurgulayan mesajlar veriyor. Güzele bakmanın sevap olduğu bir Dünya’da, herkesin güzeli sevdiği zamanlardayız. Şarkılar, türküler dahi güzelliğe methiyeler yapıyor. Gelgelelim, her güzelin de bir kusuru var!
Yar çok güzel ama azıcık boydan kısa
Beden bireyin mutsuzluk kaynaklarından biri. Google akademikte beden ve tatmin İngilizce anahtar kelimelerle girildiğinde 11.000 kadar araştırma olduğu görülüyor. Sırf yapılan araştırma sayısı bile bedenden duyulan tatminin önemine işaret eder gibi. Yapılan araştırmalar, bedenin önemli bir mutsuzluk kaynağı olduğunu, bireyin kendini algılamasını ve ifade etmesini büyük ölçüde etkilediğini, cinsiyet fark etmeksizin hem kadınların hem de erkeklerin “beden”leri ile barışmak istediklerini vurguluyor.
Bedeni ile barışmak isteyen, bu amaç uğruna çalışma motivasyonu olan ve buna gücü olduğuna inanan bireyler, kendilerine verilen bedenin üzerinde çalışmaya başlıyor. Bireyin sahip olduğu bedeni, şartların elverdiği ölçüde yontup şekil verdiği, bir hamurmuşçasına oynadığı bu hale, literatür, bedenin bir proje olarak ele alınması adını veriyor.
Bir proje olarak beden
Günümüzün teknolojisi, sunulan ürün ve hizmetler bireye sahip olduğu bedeni değiştirme, modifye etme, dönüştürme, daha çekici hale getirme, özetle daha iyi bir “ben” yaratma konusunda yardımcı oluyor. Estetik, kozmetik, diyet, dövme, fitness, spor ve SPA salonu ve benzeri sektörler tüm zamanların en karlı işini yapıyor. Yeme-içme, sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme, genç kalma temaları etrafında dönen TV programları, kitaplar, haberler tüketicinin “beden” projesine katkıda bulunuyor. Hal böyle olunca da birey tükettikleri aracılığı ile kendini yeniden tanımlarken; sahip olmaktan mutlu olmadığı yönlerini (kilo, yüz, saç vb.) de yeniden yapılandırarak bir anlamda kendini yeniden yaratıyor.
Beden projesi, kendini ifade etme, varlığını ve benliğini destekleme isteğindeki bireyin, seçerek ve kendini yansıtacak biçimde bedenine şekil vermesi demek. Medyanın, değişen zamanların, ideal bedenin nasıl olması gerektiğine yönelik mesajların içinde, bireyin tamlığını korumak, daha bütün olabilmek adına yaptığı bir girişim. Fotoğraf çektirmekten hoşlanmayan; çektirdiğinde “ben sol tarafımdan daha fotojeniğim” diyebilecek kadar bu konu üzerinde kafa yormuş olan; birileri kendisine biraz dikkatlice bakacak olsa bundan rahatsızlık duyan; gerçekten ya da istediği için değil, vazife için aynaya bakan, çoğu zaman da bakmayan; kıyafet alırken soyunma kabininde bir türlü rahat edemeyen birey için bedenin oynanabilir bir şey olduğunu fark etmesi ve bunu yaşam kalitesini yükseltmek için kullanıyor olması aslında onun bedenine, ruhuna, duygusuna ve zihnine yaptığı inanılmaz büyük destek. İşte tam da bu nedenle onu tamlaştıran, bütünleştiren bir şey. Bu satırları okuduğunuzda “bedeni şekillendirme”, “bunun bireyi bütünleştirmesi” gibi sözler çok büyük ifadeler gibi gelebilir. Ancak literatür okumalarımdan kavradım ki birey bedeni ile barıştığında iletişim becerileri yükseliyor, aşk, evlilik, iş ve sosyal hayatı daha mutlu oluyor, hayattan aldığı tatmin yükseliyor. Hatta öyle araştırmalar var ki bireyin beden imajı ile doğurganlığının ilişkisi bile düşünülüp sorgulanmış. Sözün özü, bedenin bir proje olması bireyi içsel barışa ulaştıracaksa, tamlaştıran, bütünleştiren bir şey.
Bedenin proje olmasını abartma haline de bu noktada kısaca değinmek yerinde olur. Bireyin mutlu olmadığı bedenini sürekli düşünmesi ve bunu takıntılı haline getirmesine beden dismorfik bozukluk deniyor. Defalarca estetik operasyon geçirmek, zenci olarak doğmuşken beyaz ten için yıllarını vermek ve benzeri çok sayıda örnek var, tanıdığımız bildiğimiz.
Bebek gibi kadınlar ve erkek güzelleri
Kabul etmek gerekir ki, içinde bulunduğumuz zamanlarda “güzel beden” ikonik. Yani ulaşılmaz ve gerçek üstü. Mesela çok zayıf, geniş omuzlu, dar kalçalı, ince belli, dolgun dudaklı, hacimli saçlı ve en az 180 cm boyunda… Bu yönlendirici ve üstelik zorlayıcı güzellik tarifi ise bireyin en büyük engeli. Çünkü gönüllü olarak yapıldığı, bireyi hem kendi hem de çevresi ile barıştıracağı söylenen projesinin öbür yüzünde depresyon, bulimia/ anorosiya/ obezite gibi yeme bozuklukları, aşırı spor yapma, performans yükseltici ilaçlar, zayıflatan haplar var. Sözün özü, adına bedenle barışma dediğimiz bu süreç aslında toplumun bireyin önüne koyduğu güzellik hedefine gelmek için giriştiği bir savaşa da dönüşebiliyor.
Ek olarak “güzel” anlayışı ve güzele atıf edilen özellikler de hiçbir zaman olmayacağı kadar karmaşıklaşmış gibi görünmekte. Yani savaş ya da barış hangi zeminde yapılacak çok net değil. Hele ki geçtiğimiz ay içinde Eurovisyon’u sakallı bir kadın bedeni ile kazanan Chochita Wurst’u düşündüğümde artık kadın ve erkek bedeni adına pek çok şeyin daha öncesi gibi olmayacağına inanıyorum. Tüm yaşananlar, gelecekte bedenin güzel-çirkin, zayıf-şişman, genç-yaşlı, sağlıklı-sağlıksız olması gibi sıfatlarla sınıflandırılmasında farklılıklar yaşayacağımızı ima ediyor gibi. Böyle olmasaydı, kız çocuklarının çok sevdikleri oyuncak bebek Barbie’ye benzeme eğilimini, daha dokuz yaşındayken kendilerini şişman buldukları araştırma verisini ve otuz yaşındaki kocaman kadınların Barbie bebek gibi görünmek için çok sayıda operasyon geçirmesini, o bedeni sürdürebilmek için sadece sıvı ile beslenmesini anlamak imkansızlaşırdı.
Yukarıda verilen örneklerden sadece kadın cinsinin “beden” savaşında olduğunu düşünmemek lazım, erkekler de bu savaşın aktörleri. Literatür okumalarımdan, araştırma konularından ve sonuçlarından anladım ki savaşın piyadesi kadınlar, ancak erkekler de beden projesinin önemli aktörleri. Kaslı olma, erkeksi görünme, fit olma gibi endişeleri var. Bedenlerini, “muktedir olma” göstergesi olarak, korumak zorunda hissediyorlar. Daha çok kazanmak ve iş başarısı için bir koşul olarak da görüyorlar.
Sözün özü, bedenin bir proje olarak ele alınmasında farklı güdüler olduğu gözemleniyor. Özgüveni ya da çekim gücünü yükseltme, güç elde etme, kabul görme, ait olma, kimlik ve ben imajı geliştirme, daha çok gelir elde etme farklı güdülerden birkaçı.
Marka bedenin neresinde?
Bireyin beden projesinin güdüsü ne olursa olsun pek çok markanın bu güdüye hizmet ettiğini ve tüketicinin peşinde olduğu güdü herneyse ona destek vermesi gerektiğini ifade etmek mümkün. Zira, beden projesi, bireye duygusal, zihinsel ve sağlık anlamında katkılar yapıyor, onun daha iyi bir “ben” yaratmasına yardımcı oluyor. Lakin, tüketicisi ile aynı amaca doğru çalışma istediğindeki markanın bilmesi gereken bir gerçek var ki medyada vurgulanan, her geçen gün ulaşılması zorlaşan “beden hedefi” tüketicileri olumsuz etkiliyor. Bu noktada markalara çok sayıda araştırmada güvenirliği test edilmiş olan bir araştırma bulgusu ufuk açıcı olabilir: Birey beden algısını kıyaslayarak gerçekleştiriyor. Yazının başında demiştik zihin ölçmeye/biçmeye programlı, çalışma mekanızması bu. Beden algısını ölçerken birey kendini 1. Emsalleri (arkadaş, meslektaş vb) ile kıyaslıyor 2. Modellerle-ünlülerle kıyaslıyor. Sanırım şimdi anlaşılmıştır “Tatlım benim kalçam, karşıdaki hanımın kalçasından daha mı büyük?” sorusunun aslında pek de tırı vırı olmayan, aksine hayli yaşamsal bir soru olduğu. Bu noktada böylesi kıyaslamanın hasının esasında erkekler tarafından yapıldığını, çünkü erkeklerin eğer kıyaslama yapacaklarsa kendilerini modellerle değil, emsalleri ile kıyaslama eğiliminde olduğunu ve tam olarak da bu nedenle “beden” konusunda kadınlara kıyasla biraz daha rahat olduklarını… Araştırma verileri söylüyor.
Dahası, beden algısı konusunda çok savunmasız olan çocuklar, hedef kitlesi çocuklar olsun olmasın, her markanın temel sosyal sorumluluğu. Minicik kız çocuklarının şişman olma, ergenliğe yeni girecek erkek çocuklarının kassız, bu nedenle de maskülen olamama endişesine yenilerini eklememek için markaların bir duruşu olmalı.
Son söz olarak, çalışanların dış görünüşünün de yönetildiği “marka” dünyasında; “beden” konusuna odaklanan bu yazıdaki amacım, zihninlere minik ve sorgulayıcı tohumlar atmaktı. Malum önümüz yaz. Spor salonları dolup taşmış; yağ dökme mevsimi başlamışken keyifli bir okuma olmasını umuyorum.
Okunabilecek Kaynaklar
L. Harris ve A. T. Carr (2001), The Derriford Appearance Scale (DAS59): a new psychometric scale for the evaluation of patients with disfigurements and aesthetic problems of appearance, British Journal of Plastic Surgery, 54:216–222.
Koff, ve Lucas M. (2013), Does Body Image Change With Fertility Status? Evidence From Measures of Body Satisfaction and Body Size Perception, North American Journal of Psychology, 15:3:413-424.
Adams, H. Turner ve R. Bucks (2005), The experience of body dissatisfaction in men, Body Image 2: 271–283.
Castonguay, J. D. Gilchrist, D. E. Mack ve C. M. Sabiston (2013), Body-related pride in young adults: An exploration of the triggers, contexts, outcomes and attributions, Body Image, 10:335– 343.
Anasayfa'ya Dön
YORUM YAZIN
Max. 255 karakter girebilirsiniz
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok