“Bedenimizi Neyle Sardığımız, Yediğimiz Şey Kadar Önemli”
Mesleğini “insan inovasyon tasarımcısı” olarak tanımlayan Arzu Kaprol, insan bedenini saran şeyin, en az yediklerimiz kadar önemli olduğunu vurguluyor. Son yüzyılda insana biçilen “tüketici” ifadesi ve rolünün de yenilenmesi gerektiğini düşünüyor.
Elif Tütüncü
Öncelikle merhaba, moda tutkunuz nasıl başladı? Hatırlayabildiğiniz ilk eseriniz hangisiydi? Örneğin ben çocukken barbie bebeklerime kıyafet dikerdim, benzer deneyimleriniz var mıydı sizin de?
Annemin bir moda evi vardı. Barbie bebeklerin de ötesinde; annemin müşterilerine fikir beyan edip o fikirlerimi kayda değer bulduklarını bana hissettirdikleri, şanslı denilebilecek bir çocukluk yaşadım. Tek hayalim bu mesleği yapmaktı, “o olmazsa bu olsun” demedim, tek hayal ve tek tercih olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi-Tekstil ve Moda Tasarımı bölümünü yazdım. Bu karara doğru ilerlediğim, çok net bir hayal kurduğum sürecin sonunda eğitim hayatıma başladım. Büyük bir riskti belki o yaş için. Ancak ne yapmak istediğimi gerçekten bildiğim için büyük de bir şanstı.
Herkesin hayatında veya kariyerinde kırılma noktaları vardır. Sizi bugüne taşıyan kırılma noktanız ne oldu?
25 yılı aşkın bir iş hayatından bahsediyoruz; bir tane olduğunu söylemek haksızlık olur. İstediğim bölümü kazanmış olmak, mezun olmak, Paris Amerikan Akademisi’ndeki eğitimim, Beymen Academia yarışmasını kazanmam, sevgili hocam Prof. Dr. Tamer Müftüoğlu ile kurduğumuz ilk şirketim... Beymen Academia yarışması sonrası kendi ismimle Beymen mağazalarında koleksiyonumun satılması, İTKİB ile beraber ilk yurt dışı defilemiz, Network markasının kadın koleksiyonları kreatif direktörlüğüne getirilmem... Paris Moda Haftası’nda yaşadıklarım; yaşamımın dönüm noktası hâline gelen başarısızlık hikâyesi. Yaşamımın dönüm noktalarını soracak olursanız evlilik ve ikiz oğullarımın olması.
Bugünkü Arzu Kaprol, o kırılma noktalarının yaşandığı anlardan birine gidebilseydi kendisine ne söylerdi?
Hiç korkma derdim. Yapabildiğinin en iyisini yaptığını biliyorsun, bunu bildiğin ve yaptığın sürece ne gelirse düğün, bayram.
Geriye dönüp baktığınızda, yaptığınız veya yapmadığınız bir şeyler için pişmanlık yaşadınız mı?
Eski eşimle birlikte çalışmamış olmayı tercih ederdim (gülüyor). Bunu her kadın ve her erkek için yaşam tavsiyesi olarak söyleyebilirim.
Hazır o döneme gitmişken benim kişisel olarak da merak ettiğim bir konu daha var. Lise yıllarınızda, Şebnem Ferah ile bir müzik grubunuz varmış...
(Gülüyor) Ben bunu konuşmayı çok büyük ayıp olarak görüyorum. Bunu bugün konuşmamızın sebebi Şebnem’in başarısı. Şebnem’in başarısı olmasaydı bu bizim için gündemde olmayan “ya biliyor musunuz, bizim de lisede bir grubumuz vardı” dediğimiz bir konudan ibaret olacaktı. Bunu kayda değer ve anlamlı kılan şey ben değilim, Şebnem’in başarısı. Ben sadece keyboard çalarak ona eşlik eden biriydim. Ben başka bir alanda başarılı oldum. Şebnem ise o yolculuğa hayatını adadı, benim tasarıma adadığım gibi.
Çalmaya devam ediyor musunuz peki? Enstrüman pratiğinin unutulmaması da gerekir ya...
Hayır. Artık çok iyi bir dinleyiciyim.
Hangi tarzları dinliyorsunuz genelde?
Daha çok jazz dinliyorum, R&B de dinliyorum, Mercan Dede zaten yol arkadaşım... Müziğin olmadığı bir alanda tasarım yapabileceğime inanmıyorum. Her koleksiyonun, defilenin, sezonun bir müziği ve duygusu var.
Heyecandan ya da üzüntüden sizi uyutmayan, yaşadığınız en uzun gece hangisiydi?
Çocuklarımın hasta olduğu her gece.
Ben işle ilgili bir yanıt geleceğini düşünüyordum.
Hayır, işle ilgili olanlarda mutlaka bir sabahı olduğunu biliyorum :)
Askeri üniformadan yemek takımına, giyilebilir teknolojiden sanat eserlerine kadar birbirinden çok farklı alanlarda tasarım yapıyorsunuz. Çalışma alanınız her ne olursa olsun, tasarımlarınızı “by Arzu Kaprol” yapan şey ne?
Detay düşüncesi. Yaptığım her tasarımı, benim tasarımım yapan şey onun düşünce matematiği. Bu matematik sadece bir renk, şekil, form değil; bunların bir aradaki ahengi ve insani yaklaşımı onun tasarım parametresini belirliyor. Ana fikir bu. Tasarım dili açısından konuşursak; işlerimin geleceğe dair modern bir yaklaşım olması fakat aynı zamanda geleneğin çok fütürist bir dille yorumlanması.
Askeri üniformalar demişken; kendi koleksiyonlarınızda kadın giyimi üzerine çalıştığınızı görüyoruz. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri için 2005 yılında üniforma tasarımı yaptınız ve Coco Chanel’in ardından ordumuzun tarihindeki ikinci kadın modacı oldunuz; hatta sizin için “kadın koleksiyonu yapıp dünyada en çok erkeği giydiren modacı” ifadesinin kullanıldığını öğrendim. Nasıl başladı ve gelişti bu süreç? Bizi 2005 yılına götürür müsünüz?
Mesleki alanlarımı ve teknolojiyi hep çok merak eden bir insanım. Mesleğimin o günkü gerçekliğiyle ilgili olmasa bile mesleğimin veya yaşamın geleceğini daimî olarak merak ederim. Bu teknolojik merakımı biraz da babama borçluyum. O da en son teknolojik alet ne varsa yaşamına alıp hayatın içinde kullanırdı.
Mesleğimin ileri aşamalarında neler olabileceğini merak eden ve hayali astronot kıyafeti yapmak olan genç bir tasarımcı olarak yolum beni farklı şirketlere götürdü. Bu merakım dünyanın farklı yerlerinde, farklı ilişkiler kurmama sebep oldu. Süreç ise, ticari bir kaygı gütmeden NASA’ya kumaş geliştiren İsviçreli bir firmanın koleksiyonlarını görmek, fabrika ziyaretleri yapmak ve kendi tasarım bakış açımı geliştirmek için randevular alıp firmaları ziyaret etmemle başladı. Günlerden bir gün, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden toplantı daveti aldım. Gittiğimde de hayatımın -hâlâ- bugüne kadarki en iyi design brief’ini aldım. Neden beni seçtiklerini sorduğumda “Biz sizi tanımıyorduk, sizi bize İsviçre’deki firma tavsiye etti” dediler. Dolayısıyla bunu okuyan genç tasarımcı arkadaşlara diyebileceğim en önemli şey: “kendinizi geliştirmekten korkmayın”. Çünkü neyin, ne zaman, neye sebep olacağını bilemezsiniz. Benim merakım beni NASA’ya kadar götürdü. Amerika’daki tüm astronot kıyafeti tasarım sistemine kadar götürdü. Hatta Antarktika’ya kadar götürdü. Yaratma ve inovasyon heyecanı her an içinizde olduğunda mutlaka bir şeyler oluyor.
Bugüne kadar birbirinden farklı sektörlerde çok sayıda markayla da iş birliği yaptınız. Markalarla çalışmanın size en çok keyif veren ya da zorlayan yanları ne? Bizim aracılığımızla onların sahip olduğu bir algıyı değiştirmek isteseniz neler söylerdiniz?
Mesleğimi moda tasarımından daha çok insan inovasyon tasarımcısı olarak sürdürüyorum. İnsan inovasyon tasarımı dediğinizde, insan bedenini merkeze koyan ve insan bedeninin neyle sarmalandığı konusunda ilgi ve gelişme arzusu olan bir meslek profili ortaya çıkıyor. Dolayısıyla buna moda demek hem haksızlık hem kısıtlayıcı olur. Bu inovasyonun parametresi moda alanında da olabilir, sağlık endüstrisinde de olabilir, vital verilerin takibi için de olabilir, uzay kıyafeti için de olabilir... Bu yüzden tasarımı “parametrik bir tasarım” olarak gördüğünüzde sağlayacağınız katkı sadece estetikse başka bir şey, fonksiyonelse başka bir şey ya da bunların öncelik alanları birbirinden farklıysa başka bir şey demek.
Bu gözle baktığınızda markalarla olan ilişkinizde de aynı parametrik bakış açısı geçerli. Bir gerçeklik var ki influencerlar ile yapılan iş birlikleri başka bir şey, tasarımcılar ile yapılan iş birlikleri başka bir şey, illüstratörler ile yapılan iş birlikleri başka bir şey. Tüm bu örneklerde neyin ne için yapıldığını bildiğiniz zaman marka iş birliğinde hiçbir sorun yok. Sadece neden yaptığınızın sorumluluğunun ve bilgisinin iki tarafta da olması gerekiyor. Önce markanın ne istediğini bilmesi gerekiyor.
Tasarımlarınızda en çok dikkat ettiğiniz, önemsediğiniz unsurlar neler?
Sorumluluğunu almanız gereken bir tasarım yaptığınızı bilmeniz gerekiyor. Bu şu anlama geliyor; o tasarımın bir insan bedenini saracağını, bu saracak kıyafetin hangi sistemle tasarlandığını ve bunun aslında bir kıyafet değil bir sistem tasarımı olduğunu bilmeniz gerek. Sistem tasarımı olduğu zaman hangi kaynaktan yaratıldığını, doğal ya da doğal olmayan bir kaynaktansa sisteme nasıl geri döneceğini (sürdürülebilir ya da sürdürülemeyen) anlamanız gerek.
Modayı sadece kıyafet tasarımı yapılan bir alan olarak gördüğümüzde geldiğimiz nokta ortada: tekstil, dünyayı en çok kirleten ikinci büyük sektör. Bugünden itibaren moda ve tekstil tasarımında bunun elyaftan başlayan bir bilgi olması gerektiğinin tasarımcılara verilmesi gerekiyor. O elyafın ömrü, nasıl tasarlandığı, hangi kaynakları kullandığı, hangi sistemi büyüttüğü ve ürünün ömrünü tamamlandığında hangi sisteme geri döneceğini bilerek “döngüsel tasarım” yapılması lazım.
Şu an hayatta olmayan bir sanatçı ile iletişim kurabilme imkânınız olsaydı bu kişi kim olurdu ve ona ne sorardınız?
Cristóbal Balenciaga ile çalışmak isterdim. Onun, o kupları yaratma cesaretini ve anatomi bilgisini gözlemlemek isterdim. Aynı şekilde Issey Miyake’yi de izleyebilmek, tanışabilmek ve onun da o formları yaratırken nasıl bir pratiği olduğunu görmek isterdim.
Aldığınız çok sayıda ödül var, hepsinin yeri ayrıdır elbette ancak sizi en çok gururlandıran hangisi oldu?
İlk ödülüm; Beymen Academia. Mesleğime çok kuvvetli bir giriş yapmamı sağladı.
Gelmiş geçmiş tüm sanat eserlerini göz önünde bulunduracak olursanız “keşke ben yapsaydım” dediğiniz bir eser var mı?
Mekânı ve alanı domine eden şeyin mimari olduğunu düşünüyorum. Detaycılığı da sevdiğim ve mimariden bu denli etkilendiğim için La Sagrada Familia, çok hoş bir yapı değil mi?
Kendi eserlerinizi göz önünde bulunduracak olursanız, elbette hepsi birbirinden değerlidir fakat sizde apayrı bir yeri ve anlamı olan işiniz hangisi?
Parmak izlerinin olduğu ilk koleksiyon; benim tasarıma ve kendi detaycılığıma bakış açımı inşa etmiştir. Yaşadığımız ve o an negatif olarak görebileceğimiz bir deneyim; ancak bana çok şey öğretti. Aynı şekilde imza detayımız hâline gelen biye çalışmalarının olduğu detaylar.
Meslek hayatınız boyunca sayısız defile düzenlediniz. Defilelerinizde yaşadığınız talihsiz ve sizi hazırlıksız yakalayan bir anınız var mı?
Yaşadığım bütün tecrübelerin içerisinde en dramatiği TEDx konuşmamda da anlattığım parmak izi. Hikâye, Meg Ryan’ın defilemden kaçmasıyla başlıyor ve Paris Moda Haftası ile devam ediyor.
Paris Moda Haftası resmi takviminde gerçekleşen ilk defilemin ertesi günü, Associated Press moda muhabirinin acımasız eleştirisiyle uyandım. Pleksiglas aksesuarlarımın üzerindeki parmak izlerinin minör hata gibi görünmesine rağmen, dev markalarla aynı platformda defile yapıyorsam, bunun sorumluluğunu almam gerektiğini yazmıştı. Bu haber bana bir depresyona mal olurken, çıkışını da kendi içinde sağladı. Bu eleştiri, bugün kendi parmak izimi tarayıp sonraki koleksiyonun astarlarında kullanmama sebep oldu. Bir sonraki defilede editörün notu da değişmişti; bu sefer benden, hatalarını yaratıcılığa dönüştürebilen bir tasarımcı olarak bahsetti.
Aslında özünde yaşanan dramatik ve acı dolu bir başarısızlık hikâyesi. Sanıyorum en belirgin izi o bırakmıştır. Neticesinde beni ittiği şey tasarımda daha farklı bir bakış açısıyla yola devam etmemi sağladı. Hayatıma ve mesleğime bakış açımı değiştiren bir deneyimdi.
Mesleğiniz ile ilgili insanların sahip olduğu bir algıyı değiştirebilecek olsaydınız bu ne olurdu?
Kıyafetlerle olan ilişkimizde, bedenimizi neyle sardığımızın yediğimiz şey kadar önemli olduğunu anlatmak isterdim. Bunu gösterebilmek isterdim. Çoğu zaman herhangi bir şey giyiyor olmanın, herhangi bir şey yiyor olmaktan farkı yok.
Ekonomik olduğunu düşündüğümüz ancak ürün ömrünü belirtilmediği için bilmediğimizden, sadece 5 kere kullanım standardına göre üretilen niteliksiz kıyafetleri dünya için üzücü buluyorum. Onu yaratmaya ayrılan hammadde, zaman, emek ve para, dünyaya çöp yaratmak için ayrılmış bir para oluyor. Satın aldığınız t-shirt’lerin dikişlerinin sadece 5 kullanımlık ömrü olduğunu biliyor olsanız belki almayacaksınız. Endüstri liderlerine, tasarımcılara ve kullanıcılara kıyafetlerin sadece iyi görünmek için tasarlanmasını değil; iyi hissetmek ve iyi hissederken dünya için de iyi olabilecek düzenin bir parçası olarak tasarlanmasını daha yüksek sesle anlatabilmeyi isterdim. Bir beyaz t-shirt’ü üretebilmek için 2 bin litre temiz suya ihtiyaç var. 2 bin litre temiz suyun dünyaya bedeli, 50 liraya alacağınız bir beyaz t-shirt değil.
Bu ideal sistemi yaratmaya nereden başlamalı?
Daha nitelikli ürünleri almayı sorgulamakla başlamalı. 5 kere kullanım standardına göre üretilmiş t-shirt ile 50 kere kullanım standardına göre üretilmiş t-shirt’ün arasındaki fiyat farkı 5 kat değil. O yüzden hangi sistemi beslediğimizin sorumluluğunu almamız lazım.
İnsan ırkına son yüzyılda verdiğimiz isim “tüketici”. Her marka kendi müşterisini tüketicisi olarak tanımlıyor. Sonra da “tüketim toplumu olduk” diye şikâyette bulunuyoruz. Hâlbuki insan ırkı ona verilen bu sıfatı hakkıyla yerine getiriyor. Bana tüketme görevi veriliyorsa nasıl aksini yapabilirim? Düşünsel olarak insan ırkına paylaşan, deneyimleyen, kullanıcı, türetici gibi yeni bir isim bulmak lazım. Topluluk zihniyetimiz tüketmek üzerine kurulu. Tasarımcılar, sosyologlar ve felsefecilerin bakış açısıyla bu kavramı zihnimizde başka bir şeye çevirmemiz lazım.
Son olarak, geldiğiniz noktada istediğiniz pek çok şeyi başarmışsınızdır elbet ama hâlâ gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz var mı?
Pek çok şey var. Giydiğimiz kıyafetlerin bize ruhsal ya da fonksiyonel olarak iyi gelmesini ve kıyafetlerle olan ilişkimizde insani fayda odağının büyümesini istiyorum.
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok