Arıcılık ekonomisinin zenginliğini keşfedin
2.5 yıl önce bu köşede “Arılar sadece bal üretmez” diye yazmıştım. Geçen ay ülkemizde yüzlerce ülkeden arıcılar ve bilim adamları “arı” ve “bal”ı konuşmaya geldi. Dünyanın en stratejik ekosisteminin başında gelen “arıcılık” üzerine daha geniş bakış açısı getirmek istiyorum.
Eylül ayı sonunda Antalya’da Uluslararası Bal Kongresini, hemen ardından da İstanbul’da Apimondia’yı yani Uluslararası Arıcılık Kongresini takip ettim. Notlarımla birlikte yorumlarımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Önceki ay Amerika büyük Irma ve Harvey kasırgalarını yaşadı. Başta Florida bölgesinde olmak üzere 2 milyon arı kovanın yeri değiştirilmek zorunda kaldı. Bu arılar için ciddi bir stres sebebi oluşturuyor ve haftalarca takviye besinle yaşamak zorunda kalıyor.
Muhtemelen günlerce süren yolculuklarında kaybolan yaşamları yanı sıra, bal veriminde ve daha önemlisi sebze ve meyvelerin polenlenmesinde büyük kayıplar görülecektir.
Arıların yaşadığı sorun sadece bu değil. Dünyada saygın bir yeri olan Prof. Dr. Osman Kaftanoğlu, yıllarca Çukurova Üniversitesinde hocalık yaptı. Artık o Nevada’da hocalık yapıyor ve dünyanın her tarafında arıcılık konusunda yeni çalışmaları anlatıyor ve yaşanan sorunlara değiniyor.
Kaftanoğlu’na göre arıcılığın geleceği şu sorunların çözümüne bağlı:
. Çevresel etkiler…
. İlaç kalıntıları…
. Arı neslinin yok olması…
Kasırga benzeri gelişmelerin yanı sıra, iklim değişimleri arıları da etkiliyor.
Endüstriyel tarıma bağlı gübre ve ilaçlama arıları yaşamlarını etkilediği gibi balda da pestisit kalıntısı bırakmaktadır. Ayni şekilde arıya verilecek antibiyotik başta olmak üzere ilaçlar da arı yaşamını ve bal verimine telafisi imkansız sonuçlar veriyor.
Arı neslinin ıslahı üzerine çalışılması gerekiyor. Son dönemde arılarda salgın hastalıklar görülmesi sıklaştı. Salgın hastalıklar sadece insanların sorunu değil. Tek tip tarımsal ürün, endüstriyel ürünler sebebiyle arılar doğal olarak bulabilecekleri ve tedavilerinde kullanabilecekleri endemik ve yabani bitkilere ulaşamıyorlar.
Irk açısından Akdeniz, Avrupa-Sibirya, İran-Turan ırklarının kavşağında olan Türkiye, zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Bu yeterli değil ve yeni ırk ıslahları üzerine çalışmalar yoğunlaştırılmalıdır.
Bir ekosistem kuracaksanız, sistemin her halkası aynı seviyede güçlü ve kaliteli olmalıdır. Bu sistemin de en yaygın alanı flora varlığıdır. Çiçek, arı ve bal üçlemesini baz alan halkaları gözden geçirmemiz gerekiyor.
Nasıl bir ekonomik büyüklükten bahsediyorum?
Günümüzde arıcılık, tüm dünyada yapılan en yaygın tarımsal faaliyetlerden birisidir. Bugün dünyada 65,4 milyon dolayında arı kovanı bulunmakta ve bunlardan 1.5 milyon ton dolayında bal üretilmektedir.
Üretilen balın yaklaşık dörtte biri ticarete konu olmakta ve dış satımın yüzde 90'ı yirmi dolayındaki bal üreticisi ülkeden yapılmaktadır. Dünyanın en çok kovan varlığına yani 8 milyon 770 bin civarında kovana sahip ve 400 bin tonun üzerinde bal üreten ülkesi Çin'dir.
Kovan başına ortalama dünya bal üretimi 20 kg dolayında olup bu rakam Çin'de 33, Arjantin'de 20, Meksika'da 25, Kanada'da 64, Avustralya'da 55, Macaristan'da 40 ve Türkiye'de 17 kg dolayındadır.
Bu ülkeler aynı zamanda dünyanın en çok bal ihraç eden ülkeleridir.
Dünyada en çok bal ithal eden ülkeleri ise; Almanya, ABD, Japonya, İngiltere, İtalya, İsviçre, Fransa, Avusturya ve diğer Avrupa ülkeleridir. Bu ülkelerden Almanya yalnız başına Türkiye'nin bal üretiminden daha fazla bal ithal etmektedir.
Bal yanında; propolis, arı sütü, polen,arı zehiri ve balmumu gibi arı ürünleri de dünya ticaretinde yer almaktadır. Son iki kongrede ağırlıklı olarak bal yanı sıra diğer kovan türevlerinin ekonomik ve medikal etkileri konuşuldu. İnanılmaz bir zenginlik var bu alanda.
Diğer yandan tarımı gelişmiş ülkelerde arıcılık, arı ürünleri üretimi yanında hatta daha önemli olarak, bitkisel üretimde miktar ve kalitenin artırılması amacıyla yapılmaktadır.
Örneğin, ABD'de bitkisel üretimde bulunan üreticiler üretim yaptıkları bitkilerde tozlaşmanın sağlanması için arıcılara 41 milyon dolar arı kirası öderlerken, buna karşılık kendileri arıların üretimlerine katkısından 3.2 milyar dolar kazanmaktadırlar.
Yine ABD'de yapılan bir başka çalışmada; 40 dolayındaki bitki türünden elde edilen toplam 30 milyar dolarlık ürün değerinin yaklaşık üçte biri olan 10 milyar doların bal arılarından dolayı sağlandığı bulunmuştur.
Diğer yandan bal, polen, propolis, arı zehiri, arı sütü gibi arı ürünleri pek çok ülkede "arı ürünleri ile tedavi" anlamına gelen "Apiterapi"de kullanılmaktadır. Bir an önce, ülkemizde Apiterapi Merkezleri açılması gerekiyor. Yoksa doğa ve sağlık turizmine yönelik bu tarihi fırsat başka arıcı ülkelere kaçabilir.
Bununla birlikte arıcılık, doğa ve çevreye zarar vermeden yapılabilen ender tarımsal faaliyetlerden birisidir. En önemlisi de bir kırsal kalkınma projesidir. Bu yönüyle de arıcılık geleceğin en önemli sürdürülebilir tarım faaliyetlerinden birisi olacaktır.
Türkiye’ye arıcılık ekosistemi açısından baktığımda; 3 bin 649 endemik ve 11 bin 466 doğal bitki çeşidiyle Avrupa’dan daha zengin bir floraya sahibiz.
Flora zenginliği, bitkilerin tozlaşmasının yüzde 85’inin arılar tarafından yapıldığı gerçeği ile birlikte değerlendirilmelidir.
Ekonomik verim açısından bakıldığında ise arılar, balın değerinden 15 kat fazla değeri bitkilerin çiçek ve meyvelerine katkılarıyla oluşturuyor.
Bu bağlamda, son dönemde gözlemlediğimiz “Bal Ormanı” eylem planları özel bir önem taşıyor.
Türkiye’de 8 bin 100 hektarlık alanda, 270 adet bal ormanı hedeflemesiyle yola çıkıldı ve bugün 256 bal ormanımız var. Muhtemel ki 300 civarında bal ormanımız oluşacak.
Türkiye’de 7 milyon 900 bin lisanslı arı kovanı varlığı var ve 2016 itibariyle de 107 bin ton bal üretiyoruz. Ve bu balların sadece dörtte biri kurumsal marka ile satılıyor.
Bal ormanlarımız, 5 milyon arı kovan kapasitesine sahiptir. Türkiye’deki balların yüzde 85’inin orman ve meralardan elde ediliyor.
Arı. bal, çiçek üçlemesinde gözümüzden kaçan bir durum var. Çiçek kavramını geniş tutuyoruz ve pek çok ağaç türü ile de arıcılık ekosistemi ile bağlanabilir. Çam, kestane, ıhlamur, akasya ballarını biliyoruz. Şimdi medikal değeri yüksek olan meşe balı, göknar balı, ardıç balını da ekleyebiliriz.
Dünyanın ekonomik değeri en yüksek balı olarak Yeni Zelanda’nın Manuka balı kabul ediliyor. Halbuki Türkiye’nin en ucuz balı olarak kabul edilen kızılçam salgı balımızın medikal değeri Manuka’dan iyi olduğunu söyleyen akademisyenlerimiz var.
Maalesef çam balı, “salgı balı” olarak tescil edilmek isteniyor. Doğrusu “Kızılçam balı” olmalıdır. Aynı şekilde “meşe balı”, “kestane balı” ve diğerleri de aidiyet ve polene bağlı olarak tanımlanması gerekiyor.
Herbirinin medikal zenginliği, lezzet ve tat özelliklerinden daha büyük değer taşıyorlar. Yeter ki bu özellikleri akademisyenler ve akredite kuruluşlar tarafından tescil edilmiş olsun. Standart ve Tescil konusunda arıcılarımız ve ilgili idari birimler yoğun bir mesai harcamalıdır.
Bal ormanları için bir uyarı da yapmalıyım. İstilacı bitki türleri ormanlara sokulmamalı. Hem endemik bitkilerimiz, hem de ormanın kimliğini oluşturma konusunda ciddi sorunlar yaşayabiliriz.
Dünyanın çam balı üretiminin yüzde 70’i Batı Akdeniz ve Güney Ege, kır çiçeği balında Doğu Anadolu, kestane balında Doğu ve Batı Karadeniz, endüstriyel bitki ballarında Harran, Çukurova, Trakya ovaları arıcılık için dünyanın en iyi ortamlara sahiptir.
Anzer balı meşhurdur ama Sason, Pervari, Kestel, Akseki, Istranca, Digor, Hizan, Şavşat, Marmaris, Mut gibi onlarca yöresel bal markası oluşturabilecek potansiyellerimiz var. Her birinin ekonomik büyüklüğü de Anzer balına oranla onlarca, yüzlerce kat fazladır.
Bir de çiçek ve ağaç olarak ele alırsak: Tütsü balını kaçımız duydu? Ya pamuk balının koku ve tadını hiç aldınız mı? Lavanta, akasya, keven gibi yüzlerce çiçek balının zenginliğinde kaybolabilirsiniz.
Türkiye’de, dünyanın başka hiç bir yerinde bulamayacağınız, 500 endemik çiçek balı olduğunu biliyor muydunuz?
Dünyadaki bal arılarının yüzde 22’si Türkiye topraklarında yaşamaktadır. Bu genetik çeşitlilik, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan toplu arı ölümlerine karşı en büyük güvencelerimizden biridir. Damızlık üretimi için yeni destekler sağlanmalıdır.
Sağlık ve tedavi konusunda arı ürünleri ile Apiterapi alanı değerlendirilmelidir. Bunun için de mum, temel petek, polen, propolis, arı sütü konusunda Türk Gıda Kodeksi tebliği yayınlanmalıdır.
Bunun için önümüzdeki 10 yıl içinde arıcılık hedeflerimiz şöyle olabilir: Kovan varlığımız 7.9 milyondan 12 milyon adete çıkarılmalıdır.
100 bine yaklaşan eğitimli arıcı sayımız en az 150 bin çiftçiye ulaşmalıdır. Gençlere arıcılık sevgisi aşılanmalıdır. Böylece, arıcılıktan geçinen insan sayımız 400 binden 1 milyon kişiye çıkarılabilir. Kırsal istihdam açısından büyük bir potansiyeldir.
Bal üretimiz de 107 bin tondan 360 bin tona artırılması mümkün olabilir.
Apiterapi alanındaki yatırımlarla, propolis, polen, arı sütü, arı zehiri gibi arı ürünlerinde en az 5 bin ton hedeflenmelidir.
Halen bilinen sektör büyüklüğü 3 milyar dolar tahmin edilmektedir. Önümüzdeki 10 yılda bu rakam 10 milyar dolara yükselmesi yakalanabilecek bir hedeftir.
Haliyle istihdam ve sosyal problemler, tohumlama ve diğer faydalarının ötesinde doğrudan devlete 500 milyon dolarlık ek vergi desteği sağlayacaktır.
Ve her şartta Türkiye bir bal ülkesi olarak da tanınmalanacaktır.
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok