Alâmet’ten Asimo’ya: Hikikomori, Yalnızlık ve Robotlar
Baştan itiraf etmek zorundayım; yazımın giriş kısmında anlatacaklarım her ne kadar heyecan verici olsa da hiçbir tarihçi tarafından teyit edilmedi.
Engin Demir
Hatta bir çoğu tarafından “bir fantezi olarak üretilmiş ve internet safsatasından öteye gitmeyecek kadar” gerçekten uzaktır. Bu hâliyle bir tevatürden öteye geçememiş olan “Osmanlı Robotu: Alâmet”in hikâyesini paylaşmak istiyorum. Bir tevatürle bizi neden oyalıyorsun demeyin; insanın ortamlarda anlatacak tevatürlere ihtiyacı yok mu? İtiraf edin, herkes sever bu şehir masallarını…
Akıllı teknolojiler ve yapay zekâ tartışmalarının hafsalalarımızı zorlayacak noktaya geldiği şu günlerde “robotlar insan yalnızlığına çare olabilir mi?” sorusunun peşinde koşarken tabii dönüp dolaşıp tutkumuz Japonya’ya çıkıyor tüm kapılar. İşte Alâmet’in hikâyesi de tam burada başlıyor.
Birkaç yüzyıl dünyaya kapılarını kapatıp kendini yalıtan Japonya, imparator Meiji ile birlikte 1800’lü yılların sonunda dünyayı tanıma ve açılım politikası yürütürken dünyanın her yeriyle temas ediyor ve araştırıyordu. 1889 yılında Prens Komatsu’yu II. Abdülhamid’e birçok değerli hediye ile yollayan Meiji, hediyelerin beraberinde yazdığı mektupta Abdülhamid’den Anadolu coğrafyası ve İslam dini hakkında kendilerini aydınlatmalarını ve bilim alanındaki gelişmelerden haberdar olmayı istiyordu.
Bu istek üzerine Abdülhamid, Ertuğrul Fırkateyni’nin sefere hazırlık emrini verirken bir yandan da bu uzak ülkedeki gizemli imparatora yollanacak hediyelerle bizzat ilgileniyordu. Saat zanaatkârı olan Musa Dede’yi huzuruna çağırmış ve ondan daha önce görülmemiş bir saat yapmasını istemişti.
Musa Dede çevresinden de aldığı önerilerle semazen şeklinde bir saat yapmaya karar vermiş, ezan sesini gramafona kaydetmiş ve yaptığı robot saati kısa sürede tamamlayıp Abdülhamid’in huzuruna çıkarmıştı.
Semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot. Kaideye oturtulmuş gövdesi saat başı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyor. Tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek yerine dönüyor, kollarını ve eteklerini indiriyor. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu. Abdülhamid robotu çok beğenmiş ve ona “Alâmet” adını koymuştu.
Abdülhamid bu özel hediyeyi özel bir mektup, diğer hediyeler ve nişanlar ile beraber Ertuğrul Firkateyni’nde Japon İmparatoru'na gönderir. Ertuğrul’un acıklı hikâyesini biliyorsunuz. Görevini tamamlayıp dönüş yoluna çıktığında fırtınaya tutulup 450 mürettebatıyla birlikte batmıştı.
Ertuğrul ile Japonya’ya giden Alâmet, Japon denizinin karanlık sularına kapılmıyor ama sonra da bir daha ne görülüyor, ne duyuluyor, ne sergileniyor ne de herhangi bir şekilde karşımıza çıkıyor. Gök kubbede hoş bir seda olarak kalıyor…
Alâmet’in Japonya’da saat ve robot endüstrisinin gelişmesine ön ayak olduğu noktasına kadar giden iddialar olsa da elimizde bunları destekleyen bir bilgi kırıntısı dahi yok; zaten ortalarda Alâmet’in kendisi de yok.
Ama şu bir gerçek ki; endüstriyel robotları bir kenara koyarsak, insanların kendilerine benzeyen insansı robotlar yapmaya başlamaları geçtiğimiz yüzyılın başına dayanırken bu alanda önümüze hep ilk önce Japonya çıkıyor.
Japonların robotlara düşkünlüğünün tabii ki en önemli nedeni endüstriyel robotlardaki inovasyon. Her şey orada başlıyor ancak Japonların insansı robot üretme aşkının arkasında ne gibi sosyolojik durumlar var şimdi biraz ona bakalım.
Bazı araştırmalar, Japonların Şinto inancının robotlara düşkünlüklerini anlamamıza yardımcı olabilir. Şinto, ruh kavramının sadece insanlarda değil, hayvanlarda ve dağlar denizler gibi doğal oluşumlarda, hatta bir kalem veya bir defterde bile bulunabileceğine inanılan bir tür animizmdir.
Japonya’da robot köpekler için cenaze törenlerinin düzenlendiği Budist tapınağının başındaki Bungen Oi, “Her şeyin biraz ruhu vardır” diyor. Şinto’ya göre insanlar, hayvanlar ve nesneler arasında kategorik bir farklılık bulunmuyor. Bu yüzden bir robotun insansı davranışlar sergilemesi de çok garip karşılanmıyor. Sonuçta o da içindeki ruhunu dışarı vuruyor.
Kyoto'daki 400 yıllık bir Budist tapınağı Kodai-ji Tapınağı'nda ziyaretçiler huzurlu bahçelerde gezerken Budist öğretileri sıra dışı bir rahip olan robot Mindar’dan dinleyebiliyor. Mindar'ın tasarım ekibinin başında bulunan Kohei Ogawa da “Biz Japonlar, her nesnede bir ilah görebiliriz” diyor.
Japonların animizmi Batı'daki felsefi geleneklerden bir hayli farklı. Bir tür animizm olarak Antik Yunan’da da ırmaklar, denizler gibi doğal oluşumlara ruh atfetme vardı. Ancak insan ruhu ve aklı, bu diğer doğal varlıkların hep üstünde değer görürdü.
"Robot" kelimesini ortaya atan 1920 yapımı Çek oyunu RUR da dini temalarla doludur: Bir karakter Tanrı'nın var olmadığını kanıtlamak için androidler yaratır. Bir diğer karakter de tüm robotların birer ruhu olması gerektiğini savunur. Birbirine âşık olan iki robota Adem ve Havva adını verirler.
Her ne kadar bazı araştırmacılar Japonya'da robotlara olan pozitif yaklaşımın dini ve felsefi değil; Japon mucizesinin ortaya çıkmasındaki endüstriyel robot gelişimine bağlasa da Japonların toplumsal kodlarına baktığımızda robotlarla olan ilişkilerinin hiç de öyle materyalist olmadığını görüyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda Japonya’da üretilen 18 metrelik dev Gundam robotunun Şinto rahipleri tarafından Jotoshiki denilen törenle kutsanması da bu bakış açısından kaynaklı.
Japonya’da insansı robot üretiminin tabiri caizse arz-talep dengesine göre şekillendiği bir gerçek... Tek başına Hikikomori kavramına bile bakmamız açıklayıcı olacaktır diye düşünüyorum.
Hikikomori, Japonca’da 'elini ayağını çekmek' ve 'geri çekilmek' gibi anlamlarına gelen bir kelime. Günümüzde artık bir davranış biçimi değil “hastalık” olarak kabul ediliyor. Pandeminin de etkisiyle Japonya'da hikikomori etkisindeki kişi sayısının 1 milyona yaklaştığı belirtiliyor. Bu durumun bir epidemiye dönüşmesinden endişe eden yetkililer insansı sosyal robotların hikikomoriye karşı bir çözüm olabileceğini belirtiyorlar. Zorunlu olmadıkça evden çıkmayan bu insanların, yapay zekânın her geçen gün geliştirdiği robotlarla bir nebze olsun normalleşebileceğini düşünebiliriz; ancak hikikomorilerin etraflarında normal insan görmektense işlerini robotlara yaptırıp duygusal ihtiyaçlarını da onlarla giderirken bir süre sonra onlardan da sıkılabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor.
Japonya, 1970'lerdeki ilk insansı robotundan yıllar sonra yaşlılara, hastalara bakan, onlarla arkadaş olan robotların yanı sıra, yangınla mücadele edebilen, ağır yükleri taşıyabilen ve hastalara fizik tedavi uygulayabilen, havaalanı hizmetlerinde çalışan robotlar icat etti.
Ve bugün yapay zekânın devreye girmesi ile Japonya, Şintoist inanışın da etkisiyle onlarla daha fazla bağ kuran bir ülke olarak öne çıkarken insansı davranışların ve duyguların robotlar tarafından ifade edilebilmesine odaklanmış durumda.
Japonya'da fizyoterapist Masayuki Ozaki 2017'de yaptığı açıklamada, evliliğinde yaşadığı sorunların ardından bir robotla ilişkiye başladığını söylemişti. Sadece robotların hizmet ettiği oteller, robotlarla evlenenler, mutluluk, üzüntü, korku, öfke, şaşkınlık ve tiksinti duygularını ifade etmeyi başaran robot Nikola, sigorta satışı yapan Pepper, anne adayları için çocuk gibi tepki veren CB2…
Abdülhamid’in Japon imparatoruna hediye ettiği Alâmet, o dönemde Japonya’da insanlarla ne kadar iletişim kurdu bilinmez ama, bu onlarcasını sayabileceğimiz insansı robotlar ile Japonya, bir yandan gündelik hizmetlerde robot kullanımını artırırken bir yandan bireyselleşmenin tavan yaptığı çağımızda sosyal robotlarla yalnızlığa çare üretmeye devam ediyor.
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok