Deneyde, satranç tahtası gibi dizayn edilmiş platform üzerinde, katılımcı en ortaya kendisini koyuyor ve bir sonraki görevi ise hayatındaki çeşitli kişi ve objelerin resmini kendi etrafına yakınlık derecesine göre platform üzerinde yerleştirmek. Aile, arkadaşlar ve evcil hayvanlar çoğu zaman bir arada ve kişiye akıllı telefonlardan daha yakın bir yerde konumlandırılırken, akıllı telefonların bu yerleşimi kişilerin her gün görüştüğü iş arkadaşları, okul arkadaşları gibi kişileri geride bırakarak önem sırasında onlardan daha önemli bir yere geldiği görüldü.
Katılımcıların yaklaşık 3’te 1’i (%29’u) akıllı telefonlarının ebeveynleriyle eşit ya da onlardan daha fazla öneme sahip olduğunu belirtirken, katılımcıların 5’te 1’i ise telefonlarının sevgilileriyle eşit ya da onlardan daha fazla öneme sahip olduğunu belirtti. Katılımcılardan %17’si akıllı telefonlarını en yüksek önem kategorisine taşırken, telefonunun herşeyden ve herkesten daha önemli olduğunu belirten katılımcı dilimi %1 olarak belirlendi.
Bu deneye ek olarak yapılan destekleyici deneyde ise, eğlence amaçlı kullanım, bilgi ve veri saklama alanı olarak işlevleri bulunan akıllı telefonların kullanıcılarının %93’ü ise istendiği takdirde dijital dostlarının PIN kodunu paylaşabileceklerini – ve böylece pek çok kişisel bilgilerini tehlikeye atabileceklerini- belirtti.
Çalışmayı yöneten Würzburg Üniversitesi’nde medya psikolojisi dersleri veren Astrid Carolus çalışmanın sonuçları hakkında; “Telefonlarımız hayatımızın vazgeçilmez bir parçası ve bu çalışma da bunun psikolojik bir kanıtıdır.Telefonlarımızla paylaştığımız dostane duygular cansız bir objeye duyduğumuz güveni –hatta bu güven duygusunu da bir adım öne taşıyarak hayatımızdaki pek çok insandan daha çok değer verdiğimizi – gösteriyor. Yine de, akıllı telefonların bu kadar önemli olmasına ragmen, katılımcıların PIN kodlarını bu kadar kolayca paylaşabilmesi şaşırtıcıydı. Katılımcılardan bir süre bekleme odasında oturmalarını ve bazı bilgiler soracağımızı söyledik. Boylarını ve PIN kodlarını sorduğumuzda pek çok kişi her 2 bilgiyi de çekinmeden verdi. Bu endişe verici bir sonuç oldu çünkü dijital dostlarımızı tehlikeye atarak aslında kendi bilgilerimizi tehlikeye atıyoruz.” açıklamasında bulundu.
Dijital bir aygıta insani değerler atfetmek ise yeni bir durum değil. 1990’larda yapılan deneyler, kişilerin, kullandıkları bilgisayarlara insani özellikler atfettiklerini bulmuştu.Kaspersky Lab’da kıdemli güvenlik araştırmacısı olarak çalışan David Emm, bir aygıtla duygusal bağ kurmanın zararları hakkında şunları belirtti: “Geçen sene gerçekleştirdiğimiz Dijital Amnezi – bu fenomene göre dijital aygıtlara kaydettiğimiz bilgileri unutmaya meyilliyiz- çalışmasına ek olarak yapılan bu çalışma, telefonlarımızla aramızdaki güçlü duygusal bağı kanıtlıyor. Önemli bir diğer bulgu ise, aynı derecede önemli bilgileri taşımalarına ragmen, insanlar, akıllı telefonlarını diz üstü bilgisayarlarından ve diğer teknolojik aygıtlardan daha önde tutuyor. Bu durum, akıllı telefonlarla aramızdaki duygusal bağı doğruluyor. Telefonu ile bu tip duygusal bir bağ kuran insanlarda ise telefonun içindeki bilgileri korumaya yönelik karar verme süreçleri sekteye uğruyor. Pek çok kişinin telefonlarını kendilerine ait bir uzuv olarak gördüklerini ve bu yüzden, onları korumak için önlem almadıklarını biliyoruz. Bu durum ise, kişileri siber suçlara karşı mağdur etme riskini taşıyor.”
Telefonlarımıza yakın çevremizden ve tanıdıklarımızdan daha fazla değer vermemiz, en gizli bilgilerimizi bile telefonlarımızda saklayacak kadar güvendiğimizi gösteriyor. Kaspersky Lab, son 2 yıldır dijitalleşmenin sosyal etkileri ve bu durumun kişileri siber suçlara karşı nasıl savunmasız hale getirdiği ile ilgili araştırmalar yapıyor. |
|
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok