320 Tonluk Bir Ağırlığı Kaldırabilir misiniz?
“Yapımcıların aptallığından şikayet etmeyi bırakın, hemen yarın sadece bir kutu filmle çekmeye başlayın. [...] Ve gerçekten filmini bitirebildiğini görürsem, işte o gün ayakkabılarımı yiyeceğim.” -Werner Herzog
Dünyanın sonunu ve buranın tüm canlılara ne hissettirdiğini merak ettiğinde Dünya’nın sonuna giden[1], bir arkadaşının kansere yakalandığını öğrendiğinde onun mücadelesine eşlik etmek için Almanya’dan Fransa’ya yürüyen[2], bir gemiyi dağın tepesinden geçirmesi gerektiğinde görsel efekt ya da hile kullanmak yerine bunu gerçekten yapan Werner Herzog’dan öğreneceğimiz çok şey var. Bugün sadece birkaçından bahsedebileceğiz.
1. Hikâye Yapmak Ne İşe Yarar?
Bir şeyi anlatmakla onu yapmak arasında basit ve net bir fark var: söylerken gerçek bir deneyimi yansıtmadığınız için yaptığınız şeyin gerçeklik hissi daha düşük oluyor. Etrafınıza baktığınızda son yıllarda çoğu reklam kampanyasının sosyal bir deney, bir araştırma, bir buluş ya da devasa prodüksiyonlu dijital bir deneyim olmasının temel sebebi bu.
McEnroe’nun tenis oyuncusu olduğu yıllarda hırsı yüzünden kendisine verdiği zarara dair bir hikâye anlattığınızda insanlara bir yere kadar bir şeyler söylersiniz. Ama McEnroe’yu teknolojinin imkânlarını sonuna kadar kullanarak kendi kendisiyle bir maça çıkarırsanız ve kazanan her hâlükârda kendine karşı McEnroe olursa, işin rengi değişir. Hikâye anlatmak yerine hikâye yapmak işte tam olarak böyle bir şeydir.
2022 yılında Michelob Ultra için hayata geçirilen McEnroe vs McEnroe gerçekten de “laf kalabalığıyla” hakikatin ağırlığı arasındaki farka dair en iyi örneklerden biri. Verinin, yapay zekânın, robot teknolojisinin inanılmaz bir birleşimi olan proje gerçekten de “zor” proje kapsamında görülebilir. Projeyi hayata geçiren ekip, zaten son 5 yıldır hikâye yapmanın tarihini yazıyor. Yaptıkları şeyleri yapmak, çok zor. Zoru kimse sevmiyor ama bir şey hissettiren, yeni olan her fikrin “tarifinde” bolca zorluk kaçınılmaz olarak var. (Basitçe Michelob Ultra, It's only worth it, if you enjoy it… diyor. Yani; Sadece zevk alırsanız buna değer. McEnroe şampiyon bir tenisçiydi ancak hırsı sebebiyle sahada yer aldığı yıllar boyunca hem rakipleriyle hem hakemlerle hem de bazen sadece kendisiyle ve raketiyle büyük bir rekabetin içindeydi. Sanki oyunun dışında bir güç onu sevdiği sporu yaparken ikincil bir rekabetin içerisine sokuyordu. Hem rakibiyle hem de kendisiyle girdiği bu soyut mücadelede muhakkak ki McEnroe herkesten fazla yoruluyordu. Başarabileceklerini bir kısmını sırf bu yorgunluk sebebiyle başaramıyordu. İşte bunu anlatmak lafla olacak şey değil maalesef. Onun tek rakibi daima kendisiydi ve birileri bunu bir araba arkası yazısı olmaktan çıkarıp, anlatmak yerine “yaptılar.”)
Zorluk bizim meslekte 43. iç onay toplantısı ya da 12. “Noldu bu iş” maili arasında bir yerde tatları kaçırıyor. Belki de bundan çok daha erken bir anda… Fikir ortaya çıktığında, kendi zorluğu altında eziliyor. Hatta bazen zorluk, güzel bir fikrin, bir sunumun 72. slide’ında umursanmadan kalmasına sebep olabiliyor.
Zor, oyunu bozuyor. Tercih edilmiyor. Zor, yaratıcılığın önündeki en önemli engellerden biri. Onu aştığımızda güzel şeyler oluyor. Kolaya kaçmak deyimindeki “kaçmak” eylemi kelimelerin yapmayı sevdiği şekilde korkaklığa dair sessiz bir imada bulunuyor. Zor, cesurların işi olarak kalırken laf salataları her masada servis ediliyor. Ama hikâye yaptığınızda, yapmaya başladığınız andan hikâyenin seyircisiyle buluştuğu ana kadar HERKES (bu o kadar kalabalık bir herkes ki büyük yazmak zorunda kalıyorum) iyi ya da kötü bir şeyler hissediyor. İşiniz bir şeyler hissettirmekse zor her sabah kalktığınızda yürüyüş yaptığınız yola mecburen dönüşüyor.
1. Herzog’a Göre Zorluk
Hikâye yapmak diyoruz. Dünyada da “story doing” olarak anılan bu tekniği birçok yazımda ele aldım ama yine de kısaca bir değinelim.
En basit hâliyle anlatmayı bırakıp yapmaya geçmektir story doing. Hikâye anlatımı için bir sıçrama ya da bir sonraki adımdır. Onu yapmaktır. Bir robot hakkında hikâye anlatmak yerine o robotu gerçekten üretmektir mesela.
Werner Herzog tanıyabileceğiniz en büyük story doer’lardan biri. 1982 yılında Fitzcarraldo’yu çekmeye başladığında Peru Amazonlarında akıl almaz sorunlarla karşı karşıya kaldı. Film, Amazonlarda bir opera binası inşa etmek için bütün engelleri aşmaya çalışan Fitzcarraldo’nun epik hikâyesini anlatır. Taşkınlar, kuraklık, sıtma, yaralanmalar, uçak düşmesi, hırs, açlık, mühendislik imkanlarının sınırlılığı gibi akıl almaz sorunlarla karşılaşan Herzog ve ekibi, bir noktadan sonra filmi çekmekten vazgeçme seviyesine gelir. Bu noktada Herzog’un yapımcısı (Les Blank) filmin biteceğine dair inancını kaybeder ve en azından bu olağanüstü yapım sürecini birileri görsün diye Herzog’u bir sahne arkası film çekmeye ikna eder. Burden of Dreams belgeseli Fitzcarraldo’nun çekim sürecine Herzog’un kamerasını çevirirken, insan doğasının “zor” ile karşılaştığında nasıl değiştiğine dair inanılmaz bir araştırma da yapar adeta.
Filmin en epik sahnesi, 40 derece eğimli bir yamaçtan onlarca insan tarafından basit bir kaldıraç sistemiyle çekilmeye çalışılan geminin durduğu sahnedir. Amazon'u besleyen iki nehir arasındaki dar bir bölgede, Fitzcarraldo 320 tonluk 3 katlı buharlı gemisini bir nehir üzerinden diğerine taşımaya çalışmaktadır. Amacı, kauçuk ticaretinde yeni bir yol açarak rakiplerinden daha fazla kazanç elde etmektir. Bu amacı gerçekleştirmek için gemiyi yamacın üzerinden taşımak için tomruklarla bir ray oluşturmayı planlamaktadır. Tüm bu çabalar, sadece Fitzcarraldo'nun opera binasını hayata geçirebilmek içindir.
320 tonluk buharlı gemiyi karadan yürüterek tepeyi aşırtma sahnesi de dahil olmak üzere filmde hiçbir özel efekt kullanılmaz. Film için iki buharlı gemi yaptırılır. Bunlar çekimler sırasında parçalanır. Birçok set işçisi de çekimlerde yaralanır. Sıtmaya yakalanır. Sette çalışan pek çok işçinin Herzog’u film çekiminden yıllar geçmesine rağmen hâlâ öldürmek istedikleri söylenmektedir.
Gerçek bir hikâyeden esinlenen Fitzcarraldo, Carlos Fitzcarrald’ın yaşamından bir kesittir. Carlos Fitzcarrald, gemisini gerçekten de karadan 11 km’lik bir yol boyunca söküp taşımıştır. Fitzcarrald’ın amacı tamamen ticariyken, Fitzcarraldo’nun sanatsal ve ulvi bir amacı vardır: Fitzcarraldo, opera tutkunu ve İtalyan tenor Enrico Caruso'nun büyük bir hayranıydı. Peru’da bir opera binası inşa etmek istiyordu, sermayesi azdı ve aşması gereken büyük zorluklarla karşı karşıyaydı…
Herzog, tabiri caizse Carlos Fitzcarrald’ın yaşadığı zorlukları birebir yaşayarak bize de yaşattı. Hikâyesini önce gerçekten esinlenip dönüştürdü, sonra da anlatmadı, yaptı. Böylece 320 tonluk bir ağırlığı oradan oraya taşımak nasıl bir şey bizler de deneyimledik. Büyük bir sinema olayı olan bu film, aynı zamanda gerçek bir prodüksiyon cehennemiydi. Herzog cehennemi anlatmak yerine oraya gitmeyi tercih etti.
Herzog, başrol için ilk teklifi Jack Nicholson'a yaptı. Ancak Nicholson film çekim sürecinin çok zor olduğuna karar verip bu teklifi reddetti. Sonrasında Jason Robards'a teklif edilen rolü, Robards kabul etti. Fakat çekimlerin başlamasından 4 ay sonra dizanteriye yakalandığı için filmi bırakmak zorunda kaldı. Yerine Klaus Kinski geldi ve filmin yüzde 40’ı baştan çekilmeye başlandı. Film kadrosundaki Mick Jagger'da bir noktadan sonra setten kaçıp gitti. Filmin çekimleri tüm bu duraksamalarla birlikte 3 yıl sürdü. 14 milyon Mark harcandı. Kalus Kinski, çekimler boyunca Herzog’u defalarca kez öldürmeye çalıştı.
Altın Palmiye sahibi filmin yapım sürecine bakıp kendi yaşadığınız zorlukları bir gözden geçirin. Zorluklardan çekinmeyin. Herzog’un dediği gibi, “Her insan hayatında bir kez bir gemiyi bir yamaçtan yukarı çekmelidir.”
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok