#16: Masalı Devam Ettirmenin Sırrı
Shakespeare Atinalı Timon’un 4. Perde 3 sahnesinde Vladimir Nabokov’un en müthiş eserinin adını koyduğunu bilemezdi.
Ancak Nabokov, esin kaynağı ile esinlenen/okur ile yazar/yazar ile eser arasındaki çok katmanlı ilişkilere odaklanan kitabına daha iyi bir isim bulamazdı muhtemelen: Solgun Ateş.
1962 yılında yayımlanan Solgun Ateş, 999 dizelik, 4 kanto’dan oluşan bir şiir ve o şiirin açıklaması olarak iki ana bölümden oluşuyor. Kitabı türlü alternatiflerle okumanız mümkün: önce şiir sonra açıklamalar, şiir okurken bir yandan açıklamalar, sadece şiir veya sadece açıklamalar. Sondaki dizin ise hikâyeyi toparlayıp size minik bir TL; DR deneyimi yaşatıyor. Kitap biçimsel olarak, Nabokov’un Yevgeni Onegin çevirisi üstünde çalışırken yüzlerce dipnot hazırlaması sırasında ortaya çıkan bir fikir. Çeviri, eleştiri, açıklama, dipnot bir teknik olarak romanın biçimini belirliyor. Ay’ın parıltısını Güneş’ten almasına atıf yapan ve “esinin” temel mekaniğini anlatan harika bir metafordan doğmuş bir isme sahip Solgun Ateş.
Sözü Shakespeare’e bırakmanın tam vakti.
“Güneş bir eşkıyadır;
Büyük çekim gücüyle koca denizi soyar.
Ay serseri bir hırsızdır; solgun ateşini güneşten aşırır.” [1]
Yer çekimsel olaylar, ışığın yansıma mekaniği, kütlesel çekim gücü, gökcisimlerin şiirselliği bir araya gelip esinlenmenin temel mantığını masaya yatırıyor. 19 kelime ile aktarılan bu çok katmanlı süreç, Shakespeare’in dehasına, Nabokov’un kavrayış gücüne dair çok şey söylüyor.
Mevzudaki ateş solgun, çünkü ikinci el. Güneş’in taze ışığını çalan Ay, ikinci el bir yansıma ile gökyüzünde kendi masalını yaratıyor ve sürdürüyor.
Solgun Ateş kullanımındaki oyuna biraz odaklanırsak, yazının kalanında işimiz kolaylaşacaktır: “Merriam-Webster sözlüğündeki madde başlığına bakarsak “fire”, “ateşli bir tutku, arzu” (ardor) anlamına da geliyor; canlı bir hayal gücünü, ilhamı (inspiration) da anlatıyor. Ayrıca “parlaklık, ışıltı” (brilliancy, luminosity) karşılıkları verilmiş.” [2]
Hikâye bu aslında: Ateş, tutku, ilham, parlaklık. Fikirlere dair her şeyi derleyip topluyor bu kelimeler ve tek bir kelimenin içinde zip’liyor.
Hepimiz zaman zaman Güneş zaman zaman Ay’a dönüşüp, gezegenler arasındaki rotasyonda olduğu gibi farklı konularda ve anlarda rollerimizi değiştiriyoruz. Güneş kadar parlak olmak ya da Ay kadar iyi yansıtmak başka bir konu ama en azından deniyoruz. Hayata ve o anki ihtiyaçlara ayak uyduruyoruz. Parçası olduğumuz masalın devam ettirilmesi için yapılması gereken şeylerin başında “esinlenme/beslenme + aydınlatma/yansıtma” süreçleri yer alıyor. Fazla soyutlama içinde kaybolmamak.
Tatsız Mevzular
1994 yılında bu süreçlerin en tatsızlarından biri başladı.
Almanya’da iki arkadaş, teknoloji ve sanatı nasıl buluştururuz diye düşünürken Terra Nova doğdu. Proje çağın ötesindeydi ve tüketiciyle buluşmasında büyük zorluklar vardı. Bazı şeyler tam olması gerektiği gibi olmuşken bazı şeyler bulunması gereken seviyenin çok altındaydı. Erken doğmuş bir fikir, zamanın içinde ufalandı gitti… Sanıyorduk ki 7 yıl sonra, 11 Haziran 2001’de, Google harika bir şey başardı. Tam karşımızda yazının girişindeki gibi hareket etmemizi sağlayan Google Earth vardı.
Netflix yapımı Billion Dollar Code’da ele alınan bu alengirli “ticari” mevzu, Google’ın “masalını sürdürmek için” başvurduğu çok da makul olmayan bir yolu ve Ay ve Güneş rollerindeki iki şirketin sonu (en azından biri için) üzücü biten hikâyesine dair detaylar aktarıyor.
Her canlı -kurumların da bir tür canlı olduğu kabulüyle devam edersek- masalını sürdürmek için yenilenmek, değişmek, beslenmek, icat etmek, taklit etmek, dönüştürmek ya da Billion Dollar Code’da olduğu gibi “çalmak” zorunda. Sonuncusu kesinlikle doğru ya da makul değil, ancak erken icatların çoğunun başına gelen kaçınılmaz ve makus bir kader olarak görülebilir. Şimdilerde kendisini Meta “sanan” Facebook için de aynı hikâyenin varyasyonu hızla anlatılabilir.
Bugünlerde dillere pelesenk olan, Facebook tarafından da kurumsal olarak sahiplenerek “en çok biz bulduk” denen Metaverse kavramına biraz göz attığımızda karşımıza önce Snow Crush ve yazarı Neal Stephenson çıkıyor. Biraz daha dikkatle baktığımızda ise Vernor Vinge ve True Names ile karşılaşıyoruz. Tabii ki kurcalamayı sürdürdükçe William Gibson ve 80’ler boyunca yazdığı her satır ile karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Baktıkça yeni şeyler görmek her zaman mümkün, tüm bu olan bitenin arkasında yazardan çok bir sinemacı da var: Morton Heilig ve Sensorama Makinesi Metaverse’in önemli kaynaklarından biri. Bunca şeyden bahsedip Platon ve mağarasından söz etmemek ise satırlardır yaptığımız minik dedektifliği hakkıyla bitirmemek olur, sonuçta “soyutlama” ve “meta” olana dair tüm düşünceler ilk kez o mağara deneyinde kurgulanmaya başladı. [3]
(Bir parantez açalım ve kısa iki yolculuğa çıkalım: Önce son ayların popüler Netflix yapımı Squid Game’e bir göz atalım. Squid Game, şu an dünyada en çok izlenen Netflix yapımı. Yapımın esin kaynakları arasında biraz dolanmak ufuk açıcı olacaktır. Battle Royale, Liar Game, Gambling Apocalypse: Kaiji, Alice in Borderland, As the Gods Will, Escape Room… ki bunlar film ve mangalar arasındaki basit bir turlamanın sonuçları. Solgun Ateş’e dönersek; bir örnek de bizden. Oğuz Atay’ın efsanevi eseri Tutunamayanlar’ın şiir bölümü tamamen Solgun Ateş’ten izler taşır. Hatta esere doğrudan atıfta bulunur: “Donuk aydınlığında idare lâmbasının// Üzerine eğilen gölgenin (babasının) Varlığından habersiz, soluk bir ateş gibi.” Velhasıl, Güneşler ve Ay’lar dikkatle baktığınız her yerdedir.)
Peki, asıl sorun ne?
Biraz tüme varalım: Özgün olanı ortaya koymak için deneysel erkenci olmak gerekiyor. Erkenci olmak beraberinde zor anlaşılmayı, garip karşılanmayı getiriyor. Anlaşılmamış bir şey çoğu zaman mecburen kaybolup gidiyor. Ta ki biri gidip merak dolu kazılarından birinde, onu kaybolduğu kuytu köşeden çıkartıp tekrar herkesin gündemine sokana kadar. İşler aşağı yukarı böyle yürüyor. Teknolojide de sanatta da ticarette de. Bir deli kuyuya taş atıyor. Bir başkası o taşı unutulmuşken çıkarıp geri getiriyor ve bu kez herkesin görebileceği bir yere bırakıyor.
Sakin Ol ve Derin Nefes Al, Sonuçta Her Şey Remix
Everything is Remix güzel bir sakinleştirici mantra, iyi bir belgesel, güzel bir düşünce egzersizi, sürekli haklı olmasa da bazı noktalarda kesinlikle hemfikir olunası bir bakış açısı… Ama maalesef bana yine de kendimizi sakinleştirmek için kullandığımız bir yöntem gibi geliyor. Özgünlüğe bu kadar ihtiyacımız varken ona karşı bu kadar “mecburi” değilmiş gibi davranmak şahsen bana biraz delice bir davranış gibi geliyor. Belki de özgünlüğün mecburi olmadığına, her şeyin bir şeylerin karışımı olduğuna dair bahaneler üreterek kendimizi inandırmaya çalışıyoruz. Mezarlıktan geçerken ıslık çalarak sakinleşen bir çocuğun telaşı bu. Bir yandan da masalı devam ettirmenin sırrı belki de.
Masalı uzunca bir süredir zirvede devam ettiren Google’ın çoğu servisi tanıdık. Loon [4] haricindeki (ki bu proje 2021 ocak ayı itibarıyla iptal edilip devam ettirilmeme kararı çıkmıştır) çoğu servisi daha önceleri daha kalitesiz biçimde bize sunanlar oldu. Mail, sohbet, arama motoru, hatta RSS’e dair pek çok şey gördük ve kullandık ama bizde alışkanlık yapan hep Google’ınkiler oldu. Google, serseri bir hırsız gibi, parıltısını Güneş’ten aşırdı aşırmasına ama parıltısı şiirin aslındaki gibi asla “soluk” olmadı.
Söz Google’da
Google Creative Lab, bugüne kadar Cannes Lions’ta 2 Grand Prix, 5 Gold, 4 Gümüş, 11 bronz ve 29 kısa liste ile toplamda 51 ödüllük bir tabloya imza attı. Çoğu ajans için imkansıza yakın bir başarı. Özellikle Grand Prix tarafı bambaşka bir bakış açısının, inovatif perspektifin ürünü. Yaratıcı bir şirket olarak Google’ın ortaya koyduğu ürünlerin ya da tanımı genişletmek için şöyle diyelim, çalışmaların bu kadar fazla ödüle değer görülmesinin temel nedeni kurumun deneyselliği pek tabii ki, ama bu tarz kurumların genel kabul görmüş hizmetlerini biraz kurcaladığınızda, Güneş ile Ay arasındaki ilişki kadar net bir ışık/esin aktarımı olduğunu görebiliyorsunuz. Özgün olan her zaman erkenci olmanın bedelini ödüyor, ancak özgünlük geleceğe ışık tutuyor, çoğu fikrin yerli yerine oturmasını sağlıyor. İlk etapta dışlanan ve çoğu zaman elzem görülmeyen şeyin, günümüzü geçmişte anlaşılmadığı sırada şekillendirmeye başladığını unutmamalıyız.
Tıpkı Margret Hamilton gibi… NASA'nın Apollo Projesi kapsamında geliştirilen uçuş yazılımına Draper Laboratory müdürü olarak önderlik eden Hamilton, ekibiyle birlikte Apollo 11’in Ay’a inmesinde çok önemli bir katkı sağlamıştı. Uzay aracının uçuş sürecini yöneten yazılımı yaratan ekibin lideriydi. Ay’a gitme hikâyesinde geri planda kalan Margret Hamilton’a, Ay’a inişin 50. yılında “ışık” tutmak ve teşekkür etmek için ışığını Güneş’ten çalan Ay’dan, özel bir enstalasyon için bu kez Google ışığı çaldı…
Google Creative Lab, Ay’a inişin 50. yılında, bu olayı mümkün kılan önemli ekibin liderine saygı duruşunda bulunmaya karar verdi. Kendilerine sordular: Güneş’ten ışığını alan Ay’ın ışığını çalabilir miyiz? Yanıtları olumluydu.
Böylece Ivanpah Güneş Enerjisi İstasyonu’ndaki, her biri otomobil boyutundaki güneş enerjisi panellerini bir ressamın tuvaline dönüştürmeye karar verdiler. Doğru açıları müthiş karmaşık bir hesaplamayla ayarlayarak, Ay ışığını Güneş enerjisi panellerinden yansıtıp, panellerin üzerinde Margret Hamilton’ın yüzünü yaratmaya karar verdiler.
Ay ışığı onların kalemine, Güneş enerjisi panelleri tuvallerine dönüşürken, her bir panel piksel görevi görüp bir önceden tasarımı ve hesaplaması yapılmış grafik öğeyi çizdiler: Eski bir fotoğraftan alınan Margret Hamilton’ın yüzünü… Dolunayı bekleyen ekip panellerin açılarını doğru ayarlamak için sadece 2 güne sahipti, çünkü Ay’a inişin 50. yılının bir daha geri gelmesi mümkün olmadığı gibi, dolunay da her zaman gerçekleşen bir gök olayı değildi. En azından Apollo 11’in Ay’a indiği tarihte… 107 bin 555 güneş panelinden oluşan ve 200 Eiffel Kulesi sığacak büyüklükteki bir alana yayılan bu çizim, olağanüstü bir saygı duruşunun simgesiydi.
İki deneme yapıldı. İlki başarısız oldu. İkinci denemede Margret by the Moonlight isimli enstalasyon başarıyla hayata geçirildi. Ay ışığıyla çizilen resmin fotoğrafı helikopterle hızla çekildi. Margret bu büyüleyici fotoğrafa bakma şansına sahip oldu. [5] Proje tamamlandı.
Özgün bir şey; parıl parıl bir ateş ortaya koymanın zorluğu bu projenin çılgın ama anlamlı fikrinden ve hayata geçiş sürecinin her bir adımından daha iyi anlatılamaz diye düşünüyorum. Margret’in masalı bundan iyi devam ettirilemezdi. Masallarınıza sahip çıkın.
[1] Şiirin Sabahattin Eyüboğlu çevirisi üstünde biraz oynadım. Kitabın adıyla ilgili Türkçe’de süren tartışmalar üç kamp arasında sürüyor: Bir grup Solgun Ateş, bir grup ise Solgun Ateş ve alternatif bir grup ise Soluk Parıltı. Solgun Ateş Yaba Yayınları’na ait çeviriden bu yana bana hep mantıklı geldiği ve yazıda Güneş/Ay ilişkisine dair kurduğum anlatı doğrultusunda, ben hatalıysam da bunu kabul ederek Solgun Ateş demeyi tercih ediyorum. Kaldı ki kitabın son baskısı da hala bu ismi taşıyor.
[2] Yavuz, Yiğit. Bir Solgun Ateş ki, Duvar dergisinin Mart - Nisan 2014 sayısı.
[3] https://www.theatlantic.com/technology/archive/2021/10/facebook-metaverse-was-always-terrible/620546/
[4] https://x.company/projects/loon/
[5] Merak edenler için: Proje Cannes Lions’ta yalnızca 1 bronz Aslan aldı.
YORUM YAZIN
Yorumunuz Alınıyor
Boş Yorum Gönderemezsiniz
YORUMLAR
Hiç Yorum Yok